UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Karabük’ün Safranbolu ilçesi, “Dünyada en iyi korunan ilk 20 kenti” arasında bulunuyor. Bunun anlamı, UNESCO kapsamında kent ölçeğindeki tek mirasımız, Safranbolu! Peki, Antakya, bu ‘korunan kent’ kimliğinin neresinde?
Taş bedenli evler… Ahşap aksamlar… Desenli pencereler… Dar sokaklar… Geniş avlular… Avluların orta yerinde meyve ağaçları… Birbirinden güzel kapı tokmakları… Ve iki katın üstüne çıkmayan eski bir Antakya… Sahi, bugün bu anlatılanlardan ne kadarına sahibiz? Peki, gelenlere gezdirebileceğimiz kaç sokağımız kaldı? Asfalttan ve betondan kurtarabildiğimiz kaç sokağımız hayatta?
Binlerce yıllık bir kentin son birkaç yüzyılına damga vurmuş Antakya evlerinin bugünkü hali, ne turist ağırlayabilecek ne de turiste dünü anlatacak enerjide değil. UNESCO kent listesine girecek halde ise hiç değil! Peki, olanlar mı? Aslında sadece bir tane!
-TÜRKİYE’DE TEK-
Her yıl ağırladığı yerli ve yabancı misafirlerine adeta tarih yolculuğu yaşatan Karabük’ün Safranbolu ilçesi, “en iyi korunan 20 kent” arasında tarihi mirası yaşatmasının yanı sıra, Türkiye’de kent ölçeğinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki tek yer olma özelliğiyle de kültür dünyasındaki temsiliyetini sürdürüyor. Bu özelliği ile de Antakya örneğinde duran bizlere ‘nerede yanlış yaptık’ sorusunu sordurtuyor.
-BİZDE KALMADI!-
Bir dönem, Antakya’nın eski el sanatlarına ev sahipliği yapan Uzun Çarşı içinde birçok üretimi bir arada görmek mümkündü. Bugüne kalan mı? ‘Bir zamanlar…’ diye başlayan hikayeler! Kendi kayıplarının tartışmasını çok fazla yapmadan rafa kaldırmayı tercih eden Antakya örneğine karşın, Safranbolu, düne dair eskilerini koruma konusunda ısrarcı. Bunun en net örneği ise ilçede tek yemenici olarak bu sanatı yaşatan Erhan Başkaya. Gelecek kuşaklara bu zanaatların aktarılmasının önemine değinen Başkaya, “Ben çıraklığa 1980’de girdim. O dönemde Safranbolu’da çok usta vardı. Teknoloji her şeyi bitirdi. O günler güzeldi, ama bugünler de çok güzel. Biz baba oğul iki kişi bu işi yapıyoruz. Ben sanatımı seviyorum ve severek yapıyorum” derken, “Gelen misafirlerimiz bir ‘merhaba’ desin, alması önemli değil. 400 yıllık eski bir çarşımız var, gelsin görsün. Tarihi Cinci Han, hamamı, evleri, konakları çok güzel. Bu yapıları elleyemiyorsun, bozamıyorsun. Şimdi her gelen misafirlerimiz beğeniyor. İnşallah bundan sonra daha iyi olacak, insanlarımız duyarlı olacak” diye de ekliyor. Eklerken de, Antakya’da kaybolan eski kent kültürünün kitap sayfaları arasında kalan o ‘bir zamanlar…’ diye başlayan halini hatırlatıyor.
-ORTAK ÖZLEM-
Yaşananları sorduğumuz ve Antakya-UNESCO ikilisi noktasında nerede olduğumuzu sorduğumuz bir turizmci şöyle konuştu:
“Sahip olduğu değerleri, 17. yüzyıldan bugüne kadar sağlıklı ve düzenli bir şekilde günümüze eriştirdiği için 17 Aralık 1994’te Dünya Miras Listesi’ne alınmış Safranbolu kentini ne kadar örnek alırız bilinmez ama, bizler bugün hala tescilli evlerin dar sokaklarına herkesin gözü önünde asfalt ve beton malzemeden yollar yapmaya devam ediyoruz. Tüm bunlar yapılırken mi? Kent insanı olarak ‘izliyoruz’… İzlediğimiz şehir hikâyesinin ‘tarihi ve kültürel’ sermayesinden yemeye devam ederken, final bölümünde nasıl bir şehre sahip olacağımızı da düşündük mü peki? Havadan bakıldığında; batı Antakya’nın biçimsiz, şekilsiz değişimi, gelişimi, betondan bloklar içinde kayboluşu o kadar net ki! Bir de doğu kısmına bakıyorsunuz… Hala sakin. Hala düzenli. Hala bir dinginlik var. Ama bu dinginliği bozma gayretleri de yok değil. Bu evleri bakımsız bırakma gayreti, kurtarılmış birkaç evin reklamında unutulan yüzlercesini perde arkasında bırakma politikası, yolları batı Antakya’nın ruhsuzluğuna çevirme çabası… Sayın sayabileceğiniz kadar! Sorunuz, ‘Bizden UNESCO kenti çıkar mı’ şeklindeydi, değil mi? Bizden çıkmaz, bu kentin insanlarından çıkmaz! Ama bu kentten çıkar! Ama doğu yakasından! Tabi kurtarabilirsek…” -Tamer Yazar-