Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Neval Oğan Balkız
Neval Oğan Balkız

SAMANDAĞ KURTDERESİ’NİN ÇIĞLIĞI!  “İKİ KORKUNÇ ÖLÜM” KARŞISINDA DURMAK

“Doğa öldürülüyor. Bu bir sömürü düzeni sorunudur. İnsanoğlunun yaratıcılığını sömüren, her şeyini yok eden kapitalist sınıf elbette doğayı da onunla birlikte sömürüp yok edecekti…Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi, bir arada gidiyor…Yıkım bir bütündür, sömürü bir bütündür.

Bizler, Türkiye üstünde mirasyedileriz… Yıkımımızdan Türkiye’nin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor. Bu iki korkunç ölümü, yıkımı ta yüreğimin başında duyuyorum”.

Yaşar Kemal ‘in söylediği bu iki korkunç ölümü, (insan değerlerinin ölümü ve doğanın ölümü) bütün Anadolu insanı yaşıyor, ama en çok ve sistematik olarak 6 Şubat Depremleri sonrası Hatay Antakya, Samandağ, Defne, Yayladağı halkı yaşıyor.

 

İHYA ve IMHA ARASINDA KALMAK!

 

Deprem ve yarattığı yıķım, şehrimizin doğal ve insansal her türlü kaynağını büyük ölçüde yok etti. Deprem sonrası süreçte, merkezi ve yerel idarelerin karar, eylem ve işlemleri de; doğrudan ya da dolaylı olarak, yıkımdan geri kalanları, yurttaşın yaşamını sürdürmesini sağlayan temel unsurları, doğanın varoluşsal kaynaklarını, her türlü tabiat ve kültür varlığını, rant sağlamak amaçlı olarak kullanmak, yapısını değiştirmek ve yok etmek sonucu doğuruyor!

Deprem -adeta- ekonomik bir fırsata, rant yaratma olanağına  çevrilmiş durumda. Giderek artan şekilde “ÇED gerekli değildir” kararlarıyla sürekli açılan ve sayıları doksanı aşan taş ocaklarının yarattığı patlamaların sarsıntıları, gürültüleri, milyonlarca metreküp toz ve yeraltı suyu kayıpları; şehir içinde yerleşim yerleri arasında, parklarda, okul binalarının, su kaynaklarının yakınına keyfi olarak kurulan beton santrallerinin yarattığı (kırma-eleme tesisleri, beton santralleri ve asfalt plentleriyle birlikte) hava -Hatay’da solunan havanın kirlilik seviyesi, güvenli sınırın dört katına ulaştığı raporlanmıştır- su ve toprak kirliliği, yaşam tehdidi oluşturan, geri dönülemez sağlık sorunları yaratacak ağır ve yaygın çevre felaketi koşullarında; halihazırda

Antakya, İskenderun, Defne, Yayladağı, Belen ve Hassa ilçelerinde toplamda 2 bin 555 hektarlık orman, tarım ve mera arazisi, taş ve mermer ocaklarına tahsis edilmiş durumda!

Türkiye’nin en verimli ovalarından Amik Ovası’na kurulmuş bulunan Hatay’da, yalnızca 2021 yılında, il toprak koruma kurulu tarafından, yüzde 16.7’si konut için talep edilmiş olan  2700 dekar arazinin amaç dışı kullanımına  izni verilmiş bulunuyor.

2005-2020 döneminde Hatay’da tarım alanlarında yüzde 16.9  oranında azalma olduğu düşünüldüğünde, böylesi uygulamaların; insan yaşamı, halk sağlığı, sürdürülebilir doğal kaynaklar ve sağlıklı çevre, kentin yaşam kaynağı olan tarım üretimi ve istihdamı açısından gelecekte yaratacağı tehlike ve tehditler,  çarpıcı olarak ortaya çıkar.

 

(Türkiye’ de, 2008 yılına kadar yaklaşık 1200 maden ruhsatı verilmişken,2008-2025 döneminde verilen ruhsat sayısı 400 bini aşmış bulunuyor. Madencilik faaliyetine  açılan ormanlık alan sayısı üç katını aşmış ve 99 bin hektara ulaşmış durumda. Örneğin Muğla’ nın yüzölçümünün yüzde on’ un -Bodrum ve Datça’ nın toplam yüzölçümü kadar bir alan- maden işletme izni altında bulunuyor. Bu koşullarda, tüm Anadaolu’yu; Artvin’den Kazdağlar’ına, Giresun Boyabat’ tan Erzincan İleç’ e, Kütahya ‘ dan, Sivas Kangal Bakırtepe’ ye, Muğla’ ya siyanürlü açık löç usülü dahil) uluslararası sermayenin,  şirketlerin maden sahası alanı haline getiren, zeytinlik alanları da bu faaliyetlere açan,  ÇED süreçleri, imar mevzuatı, orman ve mera alanlarının korunması ve ilgili denetim mekanizmalarını adeta ortadan kaldıran, acele kamulaştırmalar ile şirketlere “derhal izin” yöntemi getiren  7554 sayılı torba yasanın uygulamalarının yaratacağı zarar ve tehditlerin, Hatay’da da , koşulları ne kadar ağırlaştıracağı da  gözetilmelidir.)

 

Derinleşen yoksulluğun, ekonomik ve sosyal eşitsizliğin yarattığı sorunlar, işsizlik, çocuk işçiliğinin artması ve eğitim hakkına erişimin engellenmesi,

-deprem dirençli yapılaşmanın gerektirdiği mikro bölgeleme ve statik, jeofizik ölçümler yapılmadan girişilen “ihaleci inşaat” mantığının yarattığı yaşamsal tehlikeler; evlerinizi “devlet olarak biz inşa edeceğiz” söyleminden, “biz para verelim vatandaş kendisi inşa etsin” söylemine evrilen, şimdi ise, yurttaşın kendi imkanlarıyla kendi arazisi üstüne yapmış olduğu evlerini boşaltma baskısına dönüşen ve şeffaf , denetlenebilir, hukuksal gerekçeye dayalı olmayan keyfi kararlarla verilen “rezerv alan” ilanlarıyla insanların mülkiyet haklarını ihlal eden, “mülksüzleştirme” tedirginliği yaratan, hukuken belirsiz süreçlerin derinleştirdiği barınma krizi,

– sanayicinin, esnafın, üreticinin çiftçinin, hizmet sektörünün giderek derinleşen mali ve finans sorunları,

-yeni başlayan eğitim öğretim döneminde, sorunları çözülmüş, yapısal güvenliği sağlanmış yeterli sayıda okulun yapılmaması, alt yapı ve hijyen koşullarının, öğrencilerin ulaşım olanaklarının yetersizliği,

– halkın artan travma ve stres ile baş etmesini sağlayacak olanakların yaratılmaması,

-başta Suriyeli’ler olmak üzere göçmen deposu haline getirilen kentin bozulan sosyal, kültürel dengesinin yarattığı tedirginlik, güvensizlik koşullarının ağırlığı altında halk; aynı zamanda, sürecin başından itibaren sistematik olarak mülkiyetindeki tarım alanlarının, zeytinliklerin yaygın şekilde, hukuka aykırı olarak imara açılması, talan edilmesi sorunlarıyla karşı karşıya bırakılıyor!

 

Antakya’ da Dikmece’ de , Toygarlı’ da zeytinliklerini korumak için, Defne Döver’ de, Dursunlu’ da, Altınözü’ nde, Yayladağı’ Bozlu’ da, Iskenderun Sarıseki’ de toprağını, suyunu, havasını taş ocaklarına karşı korumak için, şimdi de Samandağ Hıdırbey, Vakıflı ve Mağaracık’ ta olduğu gibi Kurtderesi Mahallesi’nde, yurttaşlar, mülkiyet hakkı için, mandalina, limon, portakal bahçelerini,  tarım alanlarını korumak için mücadele etmekte! Bu süreçlerde; Samandağ Ekoloji Platformu sözcüsü  Mevlüt Oruç  ve   Sarıseki Muhtarı Özcan Kayar  örneğinde olduğu gibi, toprağını, mülkiyet ve barınma hakkını, suyunu, havasını korumak için mücadele eden yurttaşlar, muhtarlar, ihale sahibi  firma görevlilerinin tehdit ve şiddetine  maruz kalabiliyor. Şirketler ve yetkililer ‘hukuki dokunulmazlık zırhı ile donatılmış gibi’ davranma, ‘hukuk üstü bir konumda’ olduklarını söyleme cesaretini ve gücünü gösterebiliyor!

 

KURTDERESİ’ NDE ÇIĞLIK: “BİZ HAKLIYIZ SUÇUMUZ NE?”

 

Somut olarak ihtiyaçtan fazla konutun ihale ve üretiminin yapılmakta olduğu (Antakya’da da öyle) Samandağ’da,  Kurtderesi Mahallesinde  TOKİ 5.Etap inşaat alanı oluşturmak için, yurttaşların mülkiyetinde olan tapulu alanlar için acele kamulaştırma kararı veriliyor, yurttaşlar bu karara karşı dava açıyor, dava sürecinin sonuçlanması beklenmeden,  narenciye ekili tapulu arazilere, mülkiyet hakları yok sayılarak, tomalar eşliğinde makinelerle giriliyor, ağaçlar sökülüyor. Karşı koyan yurttaşlar tartaklanıyor, gözaltına alınıyor!

Onlardan biri, toprağını, emeğini, ekmeğini, yaşamını savunmak için iş makinelerinın önüne oturan köylü kadın hepimiz adına: “Biz haklıyız. Suçumuz ne?..Seksen yaşındayım, konteynerde kalıyorum…Ne ev kaldı, ne toprak kaldı ne insan kaldı…öldür…öldür zaten ölmüşüm” diye haykırıyor!

 

Devletin “yaşatmacılık” ödevi, Anayasal ve yasal pozitif  bir  yükümlülük olarak:

“Devletin temel amaç ve görevleri,… kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” Hükmünü içeren  Anayasa’nın  5. maddesinde kaynağını bulur. Devletin temel görevlerini içeren  bu düzenleme, yasal mevzuat ile bağlantılı olarak, uluslararası insan hakları sözleşmelerinde devletlerin yurttaşlarına karşı bir yükümlülüğü ve sağlamakla görevli olduğu, bunu taahhüt ettiği bir koşullar bütününü içerir.

 

Hatay halkı, yaşadığı çok boyutlu sorunlara bu temelde bir çözüm bekliyor!

İmarı, kent planlaması, tarihi, kültür ve sanat dokusu, sağlık, eğitim, çevre ve halk sağlığı, ulaşım, tarım, ticaret, sanayi teknolojisi ile engellisi, yaşlısı, kadını ile yaşanılır, insan merkezli, kentin oluşturduğu ortak değerden herkesin ayrımsız yararlanacağı bir şehir, (özellikle yıkım gören Antakya, İskenderun, Kırıkhan, Arsuz, Samandağ, Defne’si ile) bir Hatay’ın adım adım kurulması, ancak, deprem ve sonrası koşullar,  yaşanan sorunlar ve bağlantılı tüm konularda, insan merkezli, kamucu somut talepler ve faaliyet programları üretmek ve eksiksiz uygulamakla olanaklı olur!

Bu sesi duyun! Halk “iki ölüm” kıskacında tutulamaz.

 

Halkın sesine kulak vermeyenler, halka rağmen yapılan icraatlar, ne siyasal, ne hukuksal ne de etik olarak meşru olabilir, ne de meşruluk kazanabilir.

 

*Hukukçu/Akademisyen

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER