Bilindiği üzere, Barolar, Avukatların bağlı oldukları meslek örgütleridir. Avukatlık mesleği, kendine has, farklı bir meslektir. Bir yanı ile kamu hizmeti ifa etmektedir, bir yanı ile de serbest meslektir.
Avukatlar ve Barolar, tarih boyunca haksızlıklarla, hukuksuzluklarla mücadele etmişlerdir. Hukuksuzluğa uğrayan kim var ise onun yanında olmuşlardır. Bu yolda da büyük bedeller ödemişizdir.
Avukatlar ve Barolar, hiçbir zaman hiçbir dönemde iktidarın arka bahçesi haline dönüştürülememiştir. Aksi durum, mesleğimizin temel ilkelerine aykırılık teşkil eder. İktidarın her icraatına, yargının kurucu unsurunun “doğrudur, helal olsun” demesi, işin tabiatına aykırıdır. Bu durum, güçler ayrılığı prensibini de alaşağı değer, keyfiliğin önünü açar.
Süreç nasıl başladı?
Ankara Barosu Yönetim Kurulu, Diyanet İşleri Başkanı’na yönelik, 26 Nisan 2020’de bir basın açıklaması yayınladı. Şahsen, bu açıklamayı haddini aşan ve gereksiz bir açıklama olarak bulduğumu ifade etmek isterim. Ankara Barosu’nun bu açıklaması ile süreç başladı.
Sonrasında, Avukatlık Kanunu’nda değişiklikler yapılacağına dair kulis bilgileri kulağımıza geldi. Barolar Birliği Başkanı, bu iddiaları alaycı bir dil ile, 4 Mayıs 2020’deki Barolar Birliği’nin Youtube yayınında (dakika 3.20) reddetti, “böyle bir gündem yok” dedi. Ardından Sayın Adalet Bakanı da böyle bir çalışma olmadığını söyledi.
Ardından 5 Mayıs 2020’de, Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama yaptı ve Barolarla ilgili düzenleme yapılması gerektiğini ifade etti.
Mevcut siyasi iktidar, Avukatlık Kanunu’nda bazı değişiklikler yapmayı düşünüyor ve Barolar ile ilgili bazı yasal düzenlemeler üzerinde çalışıyor. Şunu açık ve net biçimde ifade etmek isterim ki, bu çalışmaların tümü SAMİMİYETSİZDİR. Neden mi?
Mesele demokratikleşme ise, gelin ilk önce Siyasi Partiler Kanunu’nu değiştirelim, var mısınız?
Meselenin demokratikleşme olmadığı ve sürecin samimiyetsiz olarak yürütüldüğü ortadadır. Avukatlarla ve Barolarla ilgili bir çalışma yapılıyor, konunun en yüksek ilgilileri önce “böyle bir çalışma yok” diye açıklama yapıyor, sonrasında böyle bir çalışma olduğu ortaya çıkıyor.
Bunun dışında; siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, belediyeler, tüm bunlarda antidemokratik bir uygulama söz konusu. Delege ağalıkları her yeri sarmış.
Ben buradan seçmenlere soruyorum. Hangi seçmen kendi milletvekilini kendi seçebiliyor? Cevap, hiç kimsedir. Bizim sistemimizde, 81 ildeki tüm aday adaylarını genel başkanının atayabilme yetkisi vardır. Çok az parti, bazı yerlerde önseçim uyguluyor. Bu, genel başkanın inisiyatifine kalmıştır ama. Genel Başkan; il başkanlarını, ilçe başkanlarını, belediye meclis üyeleri adaylarını, belediye başkan adaylarını, hepsini belirleyebilir. Var mı aksini iddia edebilen?
Mesele gerçekten temsil sorunu ise, buyurun hemen Siyasal Partiler Kanunu’nda köklü bir revizyon yapalım. Demokratikleşme sürecimizi 5 adım ileri taşıyalım. Böyle bir çalışma yok. Millet, direkt olarak vekili seçemiyor. Millet, oy vereceği partinin genel başkanının listesine uygundur ya da değildir, diyebiliyor. Gelin bunu düzeltelim? Bu mu daha önemli bir sorun, Barolar mı?
Türkiye’de son seçimlerde, yurt içinde toplam 56 milyon seçmen vardı. Madem amaç demokratikleşme. Buyurun, tüm Avukatların delegesiz, direkt olarak Barolar Birliği Başkanı ve yönetim kademesini seçmesinin önünü açalım? Bu da, delegelik sultası yaratan tüm kurumlara örnek olsun. 59 milyonluk seçimi 1 günde tamamlayan Türkiye, en fazla 150.000 kişinin oy kullanacağı seçimi 3 saatte bitirebilir.
Avukatlar ve Barolarla ilgili çalışma yapılıyor, Avukatlara ve Barolara bilgi verilmiyor
Bu yasal düzenleme, Millet Meclisi’nin onayı ile yapılacak veya yapılmayacak. Milletin Meclisi, Avukatlar ve Barolarla ilgili çalışma yaparken, neden Avukatlara ve Barolara görüş sormaz?
Sadece bu durum bile, sürecin ne kadar samimiyetsiz olduğunun göstergesidir. Bundan sonraki günlerde fotoğraf daha da netleşecektir.
YORUMLAR