Antakya, tarih boyunca medeniyetlerin beşiği olmuş, kültürel zenginlikleriyle tanınan bir kentti. Ancak büyük bir deprem felaketi, bu kadim şehri haritadan silercesine yıktı. On binlerce insanın hayatını kaybettiği, yüz binlerce evin yıkıldığı bu trajedi, sadece Antakya’yı değil, tüm ülkeyi derinden sarstı. Kent, adeta bir enkaz yığınına dönüştü ve insanlar büyük bir acıyla baş başa kaldı.
Bu büyük yıkımın ardından, geriye sadece yas değil, aynı zamanda yeniden doğuş için bir umut ışığı da kaldı. İşte bu noktada, sanatın iyileştirici gücü devreye girdi. İnsanlık tarihinin en zor anlarında, sanat her zaman bir şifa kaynağı olmuştur. Sanat, yaraların sarılmasına, acıların hafifletilmesine ve insanların yeniden hayata tutunmasına yardımcı olur. Antakya’da da durum farklı olmadı.
Sanatçılar, enkazların arasından umut tohumları yeşertmeye başladı. Resimler, heykeller, müzik ve edebiyat, kaybolan hayatların anısını yaşatmak ve hayatta kalanlara güç vermek için bir araya geldi. Kentin yıkık sokakları yeniden renklendi, melodiler acıyı unutturmaya çalıştı, şiirler kayıpların yasını tuttu. Sanat, insanların ortak acısını paylaşmanın, birbirlerine destek olmanın ve yeniden ayağa kalkmanın bir yolu haline geldi.
Sanat, hayatın en zor anlarında bile umut yaratabilen bir güçtür. Antakya, yaşadığı büyük acıya rağmen, sanatın şifa veren eliyle yeniden ayağa kalkacak ve bu zor süreçte sanatın ne kadar güçlü bir iyileştirici olduğunu bir kez daha kanıtlayacaktır.