Ayrıntılar içinde aradığımız o gerçek diyordun…
Bu ifade yeni kurulmuş bir cümle mi, basit bir tekrarın sayıklaması mı yoksa?
Tekrarlı bir görüntü, tekrarlı uzmanlar, haber kanalları…
İçinden çıkamadığımız sözcük, satır aralarına sıkışmış cümle…
Toplumun görünürlüğüne uyanmak gibi bir durum ya da kalabalığın sesine alışmak gibi…
Sadece duygularımızın baş edebileceği bir sorun değil ama
İçimizde birikmiş bir mağlubiyet diye sayıklanabilir…
Gerçekliği yanılsamaya çeviren bu yarı baygın adımlar kimseyi var etmiyor oysa.
Kimin neyi ne kadar tüketeceğinden, kimin neyi ne kadar düşüneceğine kadar…
“O zaman gömüldüm artık denizin şi’rine,
İçim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığım yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran…”[1]diye söyleniyor Rimbaud
Belleğin derinliğini daha üst düzeye taşımak mümkün mü dedirten haberler çınlıyor kulaklarda…
Moloz yine aynı moloz
Yıkım aynı yıkım…
Yoksulluk aynı
İş güvenliği
Etrafa dağılmış çocuk işçiler…
O kadar çok zayıflamış bedenin yanın da, kalın romanların ne önemi var diyecekmiş gibi…
O kadar kanıksamışlığın yanında yazılanların…
Öyle ya, gezegene iğnelenmiş bir yaşamın kime ne faydası var?
Kendiyle ödüllendirilmiş ilginin mesela
İvmenin belleği yok diyorlar ama mümkün mü?
Adımların belleği olmaz mı hiç.
Kameraların önünde herkes iyi
Eğitimlisinden hemen herkese…
Peki ya bu şiddet, bu istismar, bu ben bilirim hezeyanları
Doğaya
Canlıya
Geleceğe…
Yokluğa ve yoksulluğa…
Belleğin derinliğini daha dingin bir düzeye taşımak mümkün mü sahi?
Bilgi diye okuduklarımızı özellikle
Kim kiminle hangi sanrının brikimiyse o
Ya bu çağın hiçbir uzmanlığı yok
Ya da bir yığın algıyla şekilleniyor…
Toplumun işitmeyen duyularına uyanmak gibi bir durum bu…
İncelmiş bir kabuğa, kırılganlığın ne olduğunu anlatmak gibi
Sadece duygularımızın baş edebileceği bir sorun değil elbette,
İçimizde birikmiş bir mağlubiyet olarak da düşünülebilir
Birilerine bu yaşananların ne olduğunu anlatmak yani…
Toplumsal, ekonomik, siyasal…
Emekli, işçi, öğrenci…
Her şey bireyin acısına çalışıyor sanki…
Her şey çocukluğun aleyhine…
Her gün yeni bir kutuya açılıyormuş gibi…
Bakışı solduran an ve acısına açılan zamana…
Bu boyut ve bu çağ…
Bu yokluk bu yoksulluk
Sanki hemen her şeye birçok kez tanık oluyormuş gibi…
Ve sanki her şey bireyi ısrarla yoklayan bir tekerleme…
Ayrıntılar ve karmaşıklığın içinde aradığımız o gerçek diyordun…
Sanki bu sıra dışı yaşamda her şey gizli ilerliyormuş gibi… Ve her şey kodlara işlenmiş…,
Ne konuştuğumuz ya da ne yazdığımız değil, nasıl anlaşıldığımızla kurgulanıyoruz belki… İçinden çıkamadığımız bir sözcükle, satır aralarına sıkışmış cümleyle…
Kaçmak arzusu böyle bir duygu işte, belleğin kırıntılarına sığınır durmadan.
Ama unutmak bir hastalıktan öte…
[1] Sarhoş Gemi, Arthur Rimbaud, Çev: Sabahattin EYÜBOĞLU