Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Savaşın kıyısındaki şehir algısı

Hatay’a Haksızlık! Antakya’da düzenlenen

Hatay’a Haksızlık!

Antakya’da düzenlenen Bölge Toplantısı öncesinde konuştuğumuz OYDER Yönetim Kurulu Başkanı Murat Şahsuvaroğlu, “Bugün, ‘savaşın kıyısındaki şehir’ sıralaması yapsak, Hatay bence ilk 10’a bile girmez. Aksini yaparsanız, inanın bu Hatay’a haksızlık olur” dedi, ama ‘yerli otomobil’ üretimi noktasında duran Hatay’a beklenen o umudu ise vermedi.

Röportaj:Tamer Yazar

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ilk defa 2011’de gündeme getirilen ‘yerli otomobil’ projesinden eldeki Türkiye tablosuna, Hatay’ın ve bölgenin içinde olduğu bölgesel kriz algısından sektörün geleceğine kadar birçok başlıkta sorularımızı yönlendirdiğimiz, Otomotiv Yetkili Satıcıları Derneği (OYDER) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Şahsuvaroğlu, Türkiye’nin geleceğine yatırım yapmayı sürdüreceklerinin altını özenle çizdi. Erzurum’da başlayan, İstanbul ve İngiltere ile devam eden yaşamını da bizlerle paylaşan Şahsuvaroğlu’na, sorularımıza eklediği samimi cevaplar için teşekkür ediyoruz.

Başlayalım mı?

Ekonomi içindeki dinamiklerin Türkiye siyaseti içinde yaşanan dalgalanmalardan etkilenmemeleri çok mümkün olmuyor. Sanırım, ‘Siyaset hapşırırsa ekonomi grip oluyor’ ifadesi de buna dair… Sizler bu süreci ne derece dalgalı yaşadınız? Özellikle de, 15 Temmuz ve Referandum süreçleri noktasında…

Sektörümüz, son yıllarda ‘milyonlu’ adetlere oturmuş bir sektör. Ben bunu şöyle yorumluyorum… Eğer ki 15 Temmuz hain darbe girişimi olmasaydı, Türkiye’deki otomotiv pazarı muhtemelen 1.2 ya da 1.3 milyon adetlik noktalara kadar gidecekti. Çünkü 70 bin istihdamı olan, 30 Milyar Lira direkt bir sermaye ile yönetilen, kurulu kapasitesi ise 5 milyon metrekareye karşılık gelen bir STK’yız.
İfade ettiğiniz gibi, siyaset ve ekonomi iç içe midir? Açıkçası, ben çok da öyle görmüyorum. Zira ekonominin dünyada da kendi içinde dinamikleri var. Doğru borçlanırsanız, yatırımınızı orta ve uzun vadeli iyi bir şekilde ölçeklendirirseniz, ekonomi, siyasetle çok da fazla çatışmadan, kendi içerisinde kendi yolunu bulur. Milyonlu adetlerde ilerleyen bir sektörde her ne kadar ÖTV ya da MTV artışları olsa da, görünen o ki, otomotiv sektöründe gidecek daha çok yolumuz var. Çünkü nüfusumuz genç.
Bu arada, eğer otomotivin ekonomi içerisindeki konumuna bakacak olursak, ihracat bağlamında Türkiye’yi son 10 senedir ileriye taşıyor. Tartışmasız başat sektör. 10 yıldır artı (+) veriyor. Bu sene ise 5 Milyar Dolar’ın üzerinde bir artı (+) vermesi bekleniyor.

Peki, “sektör, siyasetin ‘grip’ halinin ilacı modunda” demek yanlış olur mu?

Evet… Sektörümüz, siyasetin ‘antibiyotiği’ diyebiliriz. Aslında siyasetle çok ilgisi yok ama, ekonomiye yardım eden bir ‘ana aktör’ rolünü üstleniyor.

Türkiye’de otomotiv sektörünün perakende ayağını temsil ediyorsunuz ve bu temsiliyet de 70 bin dolayındaki bir istihdama karşılık geliyor. Böylesi kalabalık bir hizmet noktasında, yarına dair Türkiye tablosuna ne derece umut ve yatırım ekliyorsunuz?

Bunun en güzel cevabı şu aslında… Hatay’da bulunduğumuz süre içerisinde, bir Peugeot bayisinin açılışını gerçekleştirdik. Bu ne demek? Türkiye’de ileriye dönük umutların pozitif manada yeşermesi demek. Bu açılış buna işaret. Önemli… Çünkü özellikle de Antakya-Hatay bölgesine baktığınız zaman, burası, son 5-6 yıldır ticareti noktasında içeriye dönük halini güçlendirmiş bir tablo sunuyor. Buradaki arkadaşlarla konuştuğumuzda, mevcut ihracatın 5 Milyar Dolar üzerinde seyrederken, bunun 1.5 Milyar Dolar seviyesine gerilediğini görüyoruz. Buna rağmen otomotive hala yatırım yapılmaya devam ediliyorsa, demek ki otomotivde kesinlikle gidecek daha çok yol var.
Ama asıl olarak, bizlerin, dışarıdan daha çok yatırımcı çekmesi lazım. Bu anlamda iç piyasayı canlandırıp, gelen yatırımcının ihracatını teşvik etmemiz ve buna yönelik adımlar atmamız lazım. Zira son yıllarda kapasite artışlarının haricinde yeni bir yatırımcı çekmiş de değiliz.

25 Mayıs 2017 tarihinden bu yana OYDER’in başındasınız. ‘Benimle beraber her şey değişecek’ mi yoksa ‘Sorunlar da beklentiler de aynı ve kaldığımız yerden devam’ süreci mi?

Bir kere, ortaya bir ‘vizyon’ ve bir ‘iddia’ koymak lazım. OYDER, 2019 yılında 30. yılını kutlayacak. 30 yaşa biyolojik olarak bakarsanız, bu süreç, en dinamik olduğunuz bir döneme karşılık gelir, ki 30 ile 40 arası da en verimli olunan dönemdir.
Bu anlamda, biz, ‘her şeyin değişmesi’ derken… Baktığınızda, dünya değişiyor, dijitalleşiyor. Artık her şey, akıllı telefonlar vasıtasıyla halledilebiliyor. Zamanında bir bilgiye ulaşabilmek için kütüphane kütüphane dolaşırdınız. Ya da bir bilene sorardınız. Ama bugüne baktığınızda her şey çok farklı. Bugün eğer ki hızla değişen dünyaya ayak uydurmazsanız, bir takım sıkıntılar sizi bekliyor. Bu anlamda akıntıya karşı kürek çekmenin de bir manası yok. Ama ‘her şeyi değiştireceğim’ diye elimizde sihirli bir değnek de yok. Çünkü baktığınızda, bu işin satan tarafıyız. Satan tarafın da bu işin vergisine, akaryakıtına ya da MTV’ye müdahale etme şansı yok. Bu nedenle sadece beklentilerimizi dile getirdik. Ancak her şeye rağmen, OYDER olarak Türkiye’ye olan inancımız sonsuz. Ülkemizin dinamiklerine, ülkemizin geleceğine yatırım yapmaya da devam edeceğiz.

Erzurum’da büyüdünüz. İstanbul’da meslek yaşamınızı sürdürdünüz. Londra’da eğitim kısmını tamamladınız. Bulunduğunuz coğrafyaların size, iş ve başarı sürecinde kattığı ivme nedir?

17 yaşıma kadar Erzurum’da kaldım. Ardından İstanbul’a ve yükseköğrenimimi tamamlamak üzere İngiltere’ye gittim. Erzurum kısmına baktığınızda, benim oradaki rahle-i tedrisatım babamın ve dedemin yanıdır. Yani orada samimiyeti, esnaflığı, verilen sözün yerine getirilmesini, yani Anadolu’nun bugün dahi kaybetmediği gerçek duyguları öğrendim. Tüm bunlar bana çok şey kattı. Çocukluk yıllarım bu anlamda Erzurum’daki dükkanda geçti.
İstanbul’a geldiğimde ise şunu fark ettim ki, Erzurum’da kaldığım süre içerisinde ‘Erzurum kadar’ düşünmüşüm. Yani benim için en uç sınır, Erzurum’un Erzincan’a giriş kapısı kadarmış. Her ne kadar, tabiri caizse, çeliğimize çifte suyu Erzurum’da almışsak da, İstanbul’da her şey daha da farklılaştı. Çünkü o dönem İstanbul’un nüfusu 15 Milyon ve artık 500 bin nüfuslu Erzurum gibi değil, ama 15 milyon nüfuslu İstanbul gibi düşünmeye başlıyorsunuz.
Ardından İngiltere’ye gittim. İngiltere’den Türkiye’ye baktığımızda ise bu defa, o dönemin nüfusuyla, 70 milyonluk bir ülke gibi düşünmeye başlıyorsunuz.
Sıraladığımız tüm bu şeyler, benim iç dünyama pozitif katkıları olan şeyler. ‘İyi ki Erzurum’dan yoğrulmuşuz’ noktasında memleketime yönelik sıla-i rahim duygularımda en ufak bir sapma ya da eksilme yok. Fakat dünyayı tanıma noktasında, bulunduğum yerlerin bana ciddi manada katkıları oldu diyebilirim.

Sizden önceki dönemin başkanlığını yapan Alp Gülan, otomotiv sektörünün ayrı bir Müsteşarlığa ya da Bakanlığa ihtiyacı olduğunu dile getirmişti. Bu konudaki beklenti ne durumda ve süreç ne aşamada?

Daha önce de tekrar ettiğim gibi, biz, artı (+) veren bir sektörüz. Ancak bugüne baktığınızda, otomotiv sektörü toplam 8 ayrı Bakanlık bünyesinde işlerini ilerletmeye çalışıyor. ‘Bunları tek bir Bakanlık altında toplayalım’ diye ifade ettiğimizde, ilgili bir Bakanlık, ‘Biz Bakanlıkların sayısını azaltmaya çalışırken siz bizden ilave bir Bakanlık istiyorsunuz’ diye bir söylemde bulunmuştu. Ancak, sanırım bu ‘Yerli Otomobil’ ile birlikte ilgili bir ‘Bakanlık’ olmasa da buna dair ilgili ve yetkili bir kurum oluşacak gibi… Bu açıdan, Alp abinin dile getirdiği talep doğru bir talep. Çünkü otomotivin bugünkü üretim rakamı 1.7 milyon. Geçen seneye oranla yüzde 17’lik bir artış söz konusu. İhracat ise yüzde 22 artmış. Bu rakamların sağlam bir temel oluşturmasını ve devam etmesini istiyorsak, muhakkak, sorunlara anında müdahale eden ve çözecek ilgili bir noktaya ihtiyaç var.

Türkiye’nin ilk yerli otomobili başlığında ‘babayiğit’ arayışı hala devam ediyor… Birçok ilden buna dair açıklamalar da… Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

‘Babayiğit aranıyor’ dediniz, ama o babayiğitler bulundu. Anadolu Grubu, Zorlu Grubu, Kıraça Holding, BMC ve Turkcell… Bu 5 isim, bu işin altından fevkalade bir şekilde kalkabilecek kimliğe de etkinliğe de sahipler. Çünkü hepsinin de bir üretim geçmişi var. Yerli otomobilin elektrikli olması gündemde. Bu babayiğitlerin bence bir tek eksiği var… Satış ağı! İşte OYDER de o satış ağının birebir karşılığı, ki sahip olunan 924 adet Plaza ile de bu 5 babayiğidin yanında 6. olarak bizler de varız.

Bu konuda Hatay’dan da ciddi bir açıklama geldi ve ‘yerli otomobil üretimine talibiz’ dendi. Bu talep çerçevesinde soracak olursam, Sakarya-Adana-Bursa gibi bu sektörün amiral gemileri yanında Hatay’ın şansı nedir?

Biliyorsunuz… Eşyanın tabiatına aykırı olmaması gereken işler var. Sanayi neredeyse, fabrika da oraya kurulur. Çünkü lojistik zincirinde bir aksama meydana geldiği zaman, duran her üretimin maliyeti çok ciddi yerlere kadar gider. Yani yaşanabilecek böylesi bir durum sizi uluslararası rekabet arenasında geriye düşürür. Ancak, tarihi İpek Yolu ve Hicaz Demir Yolu gibi etkenlere baktığımızda, bunlar eğer günümüzde de işleyen güzargahlar olsaydı, eminim Türkiye’nin en doğusunda da en güneyinde de bu yatırım yapılabilirdi. Ancak bunların zaman içerisinde bir şekilde ortadan kalkması ya da durdurulmasıyla birlikte, ülkenin doğu ve güney doğusundaki yatırımların da geleceğine ‘balta vurulmuş’ gibi bir tablo ortaya çıkmış.

Hatay adına bu yönde basına yansıyan talepler, en azından bu şartlarda ‘gerçeklerle örtüşmüyor’ diyebilir miyiz?

Orada bu işin organizatörü, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu. Haliyle ben de yerli otomobilin Külliye’deki tanıtım toplantısındaydım. Bütün Ticaret Odası Başkanları oradaydı. Herkes kendi şehrine böylesi bir fabrikayı kazandırmanın gayreti içerisindeydi. Hatay da ‘neden olmasın’ noktasında, ki buna benim cevap verme lüksüm yok.
Baktığınız zaman, Hatay’ın da sıcak denize kapısı var. İskenderun’da limanı var. Aynı zamanda yetişkin Know-How’ı olan, dış ticareti bilen bir organizasyonu var Hatay’ın. Fakat böylesi bir uluslararası arenada rekabet edeceğiniz ürünün de lojistik zincirle çok yakın olması gerekiyor diye düşünüyorum. Bu benim şahsi düşüncem. Ancak Hatay’da ‘bu iş olur’ ya da ‘olmaz’ deme hakkına da sahip değilim. Bu, büyüklerimizin takdiri. Kararı da onlar verecek.

Son olarak… Savaşın kıyısındaki kent algısını kıramayan Hatay bağlamında, Antakya’da 34. Bölge Toplantınızı düzenlediniz. Buradan, bu ‘algı’ noktasında ısrarla durmaya çalışanlar için ne söylemek istersiniz?

Açıkçası, ‘savaşın kıyısındaki şehir’ algısı bende yok. Ben, böyle bir algının Türkiye’de ya da kendi çevremde olduğuna da inanmıyorum. Bugün, ‘savaşın kıyısındaki şehir’ sıralaması yapsak, Hatay bence ilk 10’a bile girmez. Ben bunun yerine Paris’i koyarım. Ben bunun yerine Londra’yı koyarım. Son dönemde saldırıların yaşandığı, Amerika’nın Houston kentini koyarım. Aksini yaparsanız, inanın bu Hatay’a haksızlık olur.