Şehir

Cümlenin ağırlığını konuşmanın tam vakti aslında Kendine özgü bir tarih ama değil kendine özgü bir doku… Kenti ruhuyla okumak… Kurguya hediye ettiği karakteri, şiire sunduğu imgeyi… Sırt sırta vermiş evleri, avluları, dar sokakları… Bağlılığımızı sorgulayan sarkacı, dilimizi söken yıkımı… Avluya kurulan sofra ve her dilde söylenen şarkıları… “Deniz gülümsüyor uzaktan. Dişleri köpükten dudakları gök…”i Yaşama […]

Cümlenin ağırlığını konuşmanın tam vakti aslında

Kendine özgü bir tarih ama değil kendine özgü bir doku…

Kenti ruhuyla okumak…

Kurguya hediye ettiği karakteri, şiire sunduğu imgeyi…

Sırt sırta vermiş evleri, avluları, dar sokakları…

Bağlılığımızı sorgulayan sarkacı, dilimizi söken yıkımı…

Avluya kurulan sofra ve her dilde söylenen şarkıları…

“Deniz
gülümsüyor uzaktan.
Dişleri köpükten
dudakları gök…”i

Yaşama olan bağlılık diyordun…

Eşik ya da kırılma anı, bir köprüyü adımlayan bellek, bir ırmağa verilmiş anlam…

Yıkımlara, betonlaşmaya, maviye ulaşmaya çalışan çığlık…

Cümlenin ağırlığını konuşmanın tam vakti aslında, değişimi ve durağanlığı…

Hangi çağırıcı bu?

Hangi yolculuk?

Bizi bize taşıyan hangi kaygı?

Bu kasveti bir cümleye yedirmeli ama hangisine, yağmurlu bir günde bir kahve arası, bir veda ya da sıkıca tutulmuş bir avucun içine…

“Ah çeker bu alevle ateşböcekleri,
Geçip gider gece çocuklar üzerinden hayaller,
Tohum kasırgaları, ağlayış, bağrış çığrış…”ii

En iyisi yeni mekân, tebdili mekânda her ne varsa o…

Ferahlık diyordun ama olmuyor, şehirler de birbirine benziyor, sokaklar da…

O kurguladığın her neyse, şaşırmış bir ivmeyle konuyor kulaklara…

Kendine özgü bir tarih denebilir ama değil kendine özgü bir doku sanırım. Hırçın görünümünü esnetmek isteyen yumuşak bir doku

Varılmayana doğru bir iki adım,

Bu bellek şehrin göbeğine işlenmeli, meydanlarına, yoksulluğuna, kekeme dilini bulup cümleyi iyileştirmeli…

Sesleri unutmamalı, ağıtları özellikle… Gözümüze yansıyan rengi, ışığı, kaygıyı…

Dolaşıp durduğu duygu kıvrımlarını yoklamalı, geçmişinden alıp birleştirdiğin kırıkları da…

“Ah! Bi kaçsam! Bilirim, o mest kuşlara diyar,
Bir akl’almaz köpükle göklerin arasında…”iii

Kenti ruhuyla okumak diyordun…

Ne için, ne adına demeden

Tarihine, ruhuna, çağına dokunmak…

Sezgisel bir yolculuk mu bilmiyorum ama yığınların değneği olmadan, sıradanlaşmadan, neyi nasıl yaşıyorsan öyle…

Yolda kalanların öyküsünü dinleyerek,

Kapılara dokunarak belki

Sokakları adımlayarak,

Kavafis’in dediği gibi;

“Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de…” iv
———————————————————

iDeniz Suyu Türküsü, Federico Garcia Lorca, Çev: Cevat Çapan
iiKanıtlar, Octavio Paz, Çev: Adnan Özer
iiiDeniz Meltemi, Stéphane Mallarmé, Çev: Can Yücel
ivŞehir, Constantino Kavafis, Çev: Cevat Çapan

Exit mobile version