4006 Tübitak Bilim Fuarı Etkinliği
İlimiz orta dereceli eğitim kurumlarından Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi’nin 4006 TUBİTAK Bilim Fuarı etkinlikleri kapsamında hazırladığı 23 projeden biri olan, “Medya Okuryazarlığı” temalı “Gazete Okuyalım, Gazetede Yazalım” adlı proje ile ilgili olarak, Okulun Edebiyat Öğretmeni Ali Haydar Uslu’nun danışmanlığında sekiz öğrencinin görev aldığı uygulamada, okul öğretmen ve öğrencilerinin değişik konularla ilgili yazılarını, Gazetemizde siz değerli okuyucularımıza sunacağız.
Projenin amacı; Antakya’daki yerel gazeteleri tanıtıp okunmalarını sağlamak, farkındalık yaratmak ve yazdıkları yazıları gazetede yayımlatarak, gazetelerin daha çok okunmasını sağlamak üzerine oluşturuldu.
İşte o öğrenciler ve yazıları…
(2)
DOĞDUĞUN EV KADERİN Mİ?
Kader sizce gerçek mi yoksa sadece başarısız insanların uyduracak başka bahane bulamadıkları zaman sığındıkları son sığınaktan mı ibaret?
“Kader nedir?” sorusunu El Escorial Manastırı’nda bir rahibe sorsanız size “Tanrı’nın bizim için yazdığı hikâyemizdir.” gibisinden bir cevap verir. Aynı soruyu Madrid’in daha iç bölgelerinde yaşayan modern Avrupa’ya nispeten atalarından daha çok uyum sağlamış liberal bir Müslüman’a sorsanız size “Allah’ın hayatımızda karşılaşacağımız şeyleri daha biz dünyaya gelirken bilmesidir.” cevabını verir. Sadece aynı şehrin siyasi sınırları içerisinde yer değiştirdiğinizde bile cevap aslında çok değişti. Kader tıpkı İspanya’daki birkaç yüz kilometre içinde bu kadar değiştiği gibi binlerce yıllık insanlık tarihinde de herkes için farklı anlam veya araç ifade etmiştir. Şu zamanlarda kabul edelim ki çoğumuz için ifade ettiği şey herhangi bir şeyi başaramadığımızda, sevgilimiz bizi terk ettiğinde veya tembellik edip AVM’deki sezon sonu indiriminden alacağımız o sözde “Çok istediğimiz” montu tükendiği için alamadığımızda vücudumuza kaybettiği dopamini biraz da olsa toparlatmak için barındığımız son sığınak oluyor. Peki kader gerçekten var mı? Gerçekten her yazgı bir diğerine bağlı ve ne olursa olsun yazgımızı değiştirmek için yaptığımız her şey sadece sonraki yazgının dişlilerini mi yağlıyor?
Doğduğun ev kaderin midir? Tanıdık bir soru. Tarihte her zaman bu tip göreceli kavramlardan yola çıkılarak sorulan yapısıyla spesifik bir cevaba ihtiyaç duyuyormuş gibi görünen ama aslında yer ve duruma göre farklılık gösterecek şekilde cevaplar verebileceğimiz bu soru gerek filozofların gerek kitlesel kanaat önderlerinin gerekse toplumsal konularda yazan yazarların üzerine kafa yorup fikir belirttikleri ama hiçbir zaman cevap alınamayan bir soru olmuştur. Bunun nedenini saatlerce, günlerce, aylarca düşünmemize gerek yok.
Basit bir örnekten yola çıkalım. 1960 yılında Anadolu’da bir köyde 4 erkek ve 2 kız çocuklu bir ailenin en büyük oğlu-sunuz. Siz köyde kalırken diğer kardeşleriniz şehirde kendilerine güzel bir yaşam kurabilirler. Aynı evde doğdunuz. Ama yaşamlarınız birbirinden farklı olabiliyor.
E peki başta sorulan sorunun cevabı ne? Burada olayı koparan ve “Doğduğun ev kaderin midir?” sorusuna cevap verebilmemizi engelleyen nokta şu: Hiçbir zaman küçük kardeşi büyüğün veya büyük kardeşi küçüğün yerine koyup hayatı baştan simüle edemezsiniz. Hayat tektir. Yaşadığınız zorluğu ne kadar dert ortağınız, hayat arkadaşınız ya da sizinle aynı hayatı yaşayan bir kardeşiniz olursa olsun bir noktada tek başınıza yaşarsınız. Doğduğunuz evin kaderinizi etkileyip etkilemeyeceği şartların ne derece zor olduğu bir ailede doğduğunuza veya çabanıza göre farklılık gösterir.
Şu anda kendimi aile ve akraba çevreme göre açık fikirli bir insan olarak gören biriyim. Keza birçok arkadaşıma baktığımda kendimi dar görüşlü ve kapalı hissettiğim de oluyor. Peki o arkadaşım benim ailemde ben onun ailesinde doğmuş olsaydık durumlar ne kadar farklı olurdu?
Kısaca ifade etmek gerekirse bu soruya spesifik bir cevap verilemez. Cevabı herkes için farklıdır.
Mücahit KANMAZ 11-F
KADIN OLMAK SUÇ MU?
Bir kadın, kadın olduğu için bu kadar ezilebilir mi? Peki bir erkek, erkek olduğu için üstün olmak zorunda mı? Yasalar kadın-erkek eşit diyor. Peki ya gerçek hayatta öyle mi?
Bunu size bir hikayeyle anlatayım.
Ortaokulda, lisede Cemile ile Zümrüt çok iyi arkadaşlardı. Cemile şehirli, Zümrüt köyden gelmişti. Zümrüt daha güzel bir kızdı. Çok da iyi yürekliydi. Fakat Zümrüt o kadar şanslı değildi aile açısından.
11. sınıftayken, henüz 16 yaşında gencecik bir kızken 42 yaşında Kazım adında köylüsü çıkageldi Zümrüt’ü istemeye. Adetmiş, kız, köyde kızı isteyen ilk münasibe verilirmiş. Zümrüt’ü de vermişler.
Kazım, Zümrüt’ten 26 yaş büyük, iri yarı, içki içen, tütün kullanan, pis kokan bir adam. İğrendi kocasından. Sevmedi, istemedi onu. Zümrüt, istemem dedikçe yemiş dayağı babasından. Evlenince de kocasından…
Küçük evlerinden dışarı çıkamıyordu. Kazım kıskanç, kimseyle görüştürmüyordu. Zümrüt’ün hali perişan. Niye çıktın, kime baktın… Her gün dayak. Vücudunda mor lekeler çoğalmış.
Okulu bırakmış evinin hanımı olmuştu Zümrüt istemeyerek. Oysa hayali okuyup hakim olmaktı. Kazım gibileri cezalandırmaktı. Olmadı. Cemile’yi ise ailesi okutmuş. Cemile hakim olmuş.
Kazım’ın Zümrüt’e şiddeti arttı. Gün geldi Zümrüt hastalandı. Doktor çağrıldı. Zümrüt kurtarılamadı.
Hakim Cemile şimdi kimi yargılasın? Peki şimdi suç kimde? Kocası Kazım’da mı, Zümrüt’te mi, babasında mı? Cemile kimi, neyi yargılasın? Gelenekleri mi, kadınlığı mı?
Cemile ÇİÇEKLİ 9-F