Sesin bir geleceği olmalı… Karmaşık bir duyu algısı, bir tür sinestezi…
Ama geçmiş nedir ki?
Bellek, sorumluluk, kaygı, korku nedir?
Duyulmayan seslerin kıymeti bilinmez nasılsa…
Toplum işitmeye meyillidir çünkü… Çok bilmeye, ötekileştirmeye, sarsmaya…
“Dedim ya
Eylül’dü
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin…” diye yazmış Cemal Süreya
Aslında bir yolun uzunluğu hiçbir şeyi unutturmuyor.
Bir şehir, bir liman olmanın çok ötesi…
Bir kıvılcım, bir seçim veyahut bir kara leke…
Duyulmayan seslerin kıymeti bilinmez nasılsa…
İlk ses kaydını Parisli Edouard-Leon Scott de Martinville yaptı ama ne hazindir ki, yaptığı ses kaydını dinleyemedi…
Her geçmiş, kaygılı bir gelecek biriktirir
Ama bunca gereksiz hecenin yanında gelecek nedir ki?
Sesin bir rengi olmalı, bir tür sinestezi. Bir hastalık veya bir hediye… Duyusal algılama gibi ve daha çok kırılgan bir sıçrama…
Bu sessizlik gezegeninde, doğanın hiçbir yamacı yoktu nasılsa…
Şairlerin, yazarların nefesi yok…
Kaygısız bir hayâl âlemi…
Kötücül bayların, sersem öfkelerin acı devşirdiği bir umarsızlık…
İnsanlar dalgın yürümek zorundaydı sanki.
Bezgin ve umarsız…
“Esasında gerçek anlamda mutsuz olmamak, mutsuzluğun o taze dikenini hissetmemek, bunun yerine başını eğip, nefret ettiği, bir tiksinti veya en azından bulanık bir kayıtsızlık uyandıran, ama yine de yaşamak için yazılması kaçınılmaz olan, bitmek tükenmek bilmeyen şeylerle dolu defter sayfalarına bakmak…” diye yazmış Kafka
Bu hayatta karşılaşabileceğimiz en olağan durum bu muydu yoksa?
Düşündüklerimiz, gördüğümüzden daha vahim…
Popüler etiket histerisi…
Kimse kimseyi “duygu” olarak etiketlemiyor… Korkunç değil mi?
Devasa sofralar, yapay ortaklıklar ve doğal olmayan toplumsal trajediler…
Bir kırılganlık hali sonra bir gülme histerisi…
En sonunda garip ve anlaşılır bir ruh sersemliği…
Geldiğim gezegenin acemiliği var üstümde
Yüzlerce kez korkmama rağmen, hala iyimserim örneğin…
Yüzlerce kez göç etmeme rağmen.
Aslında susmayı tercih ettim… Ne diyeceğimi unuttum hatta.
Bireyin gözüne sokulan grafik, ekonomik değerler, inişli çıkışlı borsalar…
Eluard’a kulak vermeli belki…
“Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır…”
Tenha bir zihnin tenha sokaklarını adımlayan ritim…
İkili sayı sistemini kıskandıran aritmetik…
Yeşile ve doğaya dair fısıldanan mitoloji…
Kırık bir cümle hangimizi sağaltır ki?