Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Siyah beyaz bir dün…

Antakya Hikâyesi Hellenistik Doğu’nun

Antakya Hikâyesi

Hellenistik Doğu’nun önemli siyasal ve kültürel merkezlerinden, Roma İmparatorluğu’nun en büyük metropollerinden, Antakya, 1930’lı yıllarda başlayan kazılarla start alan dün hikayesine bugün de devam ediyor. Ancak siyah-beyaz başlayan görkemli hikâyenin renklenen ‘bugün’ karelerinde soru çok, sorun da, beklenti de…

1932-1939 yılları arasında Princeton Üniversitesi ekiplerince Antakya’da yürütülen ilk arkeolojik kazılara ait fotoğraflara bakanlar, keşfedilen binlerce yıllık bir hikâyenin içinde adımlamaya başlar. Zira 8 sezon süren kazı çalışmaları, gerçekleştirildiği yıllarda, bölgedeki en kapsamlı araştırma olma özelliği taşır. Bugün bile, eldeki bu ‘dün’ gölgesinde ilerler.
-SERGİ-
Bugüne kadar Antakya üzerine birikmiş, bu kentin siyah beyaz dününe ait en net fotoğraflar, Küratör Murat Akar tarafından hazırlanan, Antakya’daki ilk arkeolojik kazı çalışmalarına ait fotoğraflarla şekillenen, “Asi’deki Antakya, Mozaikler Şehrinde İlk Araştırmalar” sergisi ile bir araya geldi. Antakya tarihçesi, yürütülen kazı çalışmalarının tarihi ve kazı fotoğraflarından bir seçkinin yer aldığı sergi kataloğu, Koç Üniversitesi Yayınları tarafından hazırlandı. Peki, böylesi önemli bir sergi, neden Antakya’nın ev sahipliğinde meraklıları ile bugüne kadar buluşturulmadı, buluşturulamadı, soralım mı?
-NE VAR?-
Antakya Gazetesi’ne yaptığı bir açıklamasında, “Antakya, kendi hikâyesini anlatamamış bir kent. Antakyalılar, bu şehrin önemini çok iyi biliyor, ama Türkiye bazında baktığımız zaman, Antakya’nın ne kadar önemli bir rolü olduğunu çoğu insanın kavramış olduğunu çok düşünmüyorum” diyen Murat Akar’ın küratörlüğünü üstlendiği sergide, Antakya’nın en parlak dönemine ait bulguların ortaya çıkarılma öyküsü yer alıyor. Sergide, 1932-1939 yılları arasında Princeton Üniversitesi ekiplerince Antakya’da yürütülen ilk arkeolojik kazılara ait fotoğraflar yer alıyor. Sekiz sezon süren kazı çalışması, gerçekleştirildiği yıllarda, bölgedeki en kapsamlı araştırma olma özelliği taşıyor. Fotoğraflar, çalışmanın önemli bulguları arasında gösterilen, günümüzde Hatay Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen dünyaca ünlü mozaikler ve Antik Antakya’ya ait eserlerin keşfedilme sürecini belgeliyor. “Asi’deki Antakya, Mozaikler Şehrinde İlk Araştırmalar” sergisi, ayrıca o yıllardaki kazı yöntemleri ve arşivleme teknikleri hakkında dikkat çeken ipuçları da veriyor.
-ESKİ YAŞAM-
Antakya noktasında, eski kent sokaklarına ekli restorasyon çalışmalarından dünyanın ışıklandırılmış ilk caddesini kurtarma operasyonuna, atılan tüm adımlar, aslında bu sergiye ekli fotoğraflardan geriye kalanlar…
Ama sadece fotoğraflar da değil! Kazı günlükleri ışığında hazırlanan sergide yer alan fotoğraflara, Princeton Üniversitesi Kazı Komitesi tarafından hazırlanmış bir de video eşlik ediyor. Pek çoğu bugün tamamen değişmiş kıyafet tarzları, sokak manzaraları ve peyzajı belgeleyen görüntüler, 1930’lardaki Antakya kent yaşamını yansıtıyor.
-SONRASINDA!-
Sergi’nin neden Antakya özelinde bir kez daha sunulması gerektiğini dile getiren bir turizmci devam etsin… Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde (AnaMed) ilk elden izlediği sergiye dair, tavsiyesini paylaşsın…
“Bu kente dair söylenecek çok şey var belki ama… Bu sergi, aslında hiç bilmediğimiz, farkına bile varmadığımız bir başka kenti anlatıyor aslında. Dünde kalan bir kenti… Süreç içinde sermayesinden yediğimiz bir kenti… Yanı başından geçip gittiğimiz, ama durup da düşünmemiz gerekenlerin çok olduğu bir kenti… Sergide her bir fotoğraf karesinde durup düşünüyorsunuz. Hayal etmenize izin veren bir derinlik sunuyor size bakan yüzler, bugün yabancılaştığınız tüm o coğrafya.
Eğer gerçekten de hissederek yaşıyorsanız bu kenti, kayıplarınızın çokluğu noktasında, korkuyorsunuz. Betona gömülmüş bu eski kentin ‘bir zamanlar’ sahip olduğu haline bugün neden geri dönüş yapılmaya çalışıldığını da daha iyi anlıyorsunuz.
Düşünün… Büyük İskender’in generallerinden I. Seleukos Nikator tarafından milattan önce dördüncü yüzyılın sonunda kurulan bir şehirdesiniz. Bu şehir, aynı zamanda, Helenistik Yahudiliğin ve İkinci Tapınak dönemi Yahudiliğinin ana merkezlerinden biri, ki Hıristiyanlığın da beşiği. Yani sadece birkaç yüzyıllık evlerin kenti değil. Ama yazık ki onlar bile yok edildi zaman içinde!
Demem o ki, bu kenti yaşatmak için, bu kenti yine bu kente anlatmak ve içinde yaşayanlara da nasıl bir kentte nefes alıp verdiklerini öğretmek gerek. Emin olun, o serginin ardından, Antakya’da daha farklı yürüdüğümü hatırlıyorum. Belki de bu gerek. Bu ruh gerek. İnsanlara, ‘Ayrıcalıklısınız’ demenin bir yolu olan bu sergiyi, Antakya’da hayata geçirmek gerek. Zor mu? Değil!”
-YOL HARİTASI-
“Bundan sonrası için ne yapılmalı?” sorusunda duranların cevapları gelsin şimdi de… Sayfayı, kent insanından gelen tespitler çerçevelesin ve noktalasın…
H.U. >> Bana kalırsa, bize yeni bir dil lazım! Lisan olarak değil! Ama yepyeni bir söylem! Yerele sıkışan bizi ulusala değil, ama küresel boyuta taşıyacak bir konsept. ‘Bizi zaten dünya biliyor…’ geyiğinde durmasın kimse. Çünkü dedikleri gibi olsaydı, o dünya, her sene yüz binlerce turistini bize gönderirdi. Yemeklerimiz ünlüymüş, güzel. 600 çeşitmiş, bu da güzel. Tarihimiz kimsede yokmuş, bu da çok güzel. Sonuç ne peki? Bize geri dönüşü ne tüm bunların? Eleştirim, sahip olduklarımız için değil, ama bunları yönetenlere! Demek ki, iyi yönetilemiyoruz. Bir kenti podyuma taşımak, kaldırım, yol yapmaya benzemiyor! Aslında o kaldırım ve yolu da beceremiyoruz ya, belki sorun da burada! Bunu bile standarda uyduramayanların kentinde, bizi dünya kenti yapmalarını bekliyoruz! Hayırlısı!
L.D. >> Sergiyi duydum, ama görmedim. Antakya’ya gelirse görmek isterim. Müze’ye gittim, ama bahse dair o sergi, kazıların o ilk dönemlerini anlatıyormuş, doğru mu? Aslında çocuklarımıza anlatmıyoruz. Belki de onlarla başlamalı, bu kenti kurtarmaya. Çünkü onlar sahiplenirse, bir şeyler değişecek. Aksi halde, batı Antakya’ya bakın! Yeterli, geleceği, olacakları görmek için! Korkutucu olan da ne, biliyor musunuz? O sergi, bu topraklardaki medeniyetleri anlatıyor. Bizim bugün Antakya’da yarattığımız medeniyet mi? Ruhu olmayan, beton bir kent kültürü! Ve şimdi o kültür, eski kentin doğu yakasında da artmaya başladı ne yazık ki.
Ş.R. >> Antakya için bir şeyler yapılacaksa, bence buna ortak bir planla başlasınlar. Antakya Belediyesi bir taraftan, Hatay Büyükşehir bir taraftan, Valilik bir taraftan ilerlemesin. Bu kenti, beraberce bir yerlere getirsinler. Yoksa her biri bir parçasından tutarsa, işimiz iş! Geçen Gastronomi Evi’ne gittik. Ufak bir eleştirim olsun mu? Ekmeklerini sevmedim. Bence en büyük eksikleri, kendi fırınları yok! Buna dair hazırlıkları yok. Ekmekler Harbiye’deki gibi buharı üstünde gelse ve mezelerle beraber servis edilse ya… Künefe’yi bile dışarıdan, bir dükkândan alıyorlarmış! Dilerim bu da değişir. Çünkü konsept olarak hoş değil. Son olarak… Bir şarap listeleri olsun, ama Hatay’a dair. Likör var listelerinde, ama şarap yok. Bence bu bir eksiklik. Bir Gastronomi Evi, o coğrafyanın şarap listesini de sunmalı. Hele ki eski Roma topraklarındaysanız…
K.O. >> Geride kalan Çalıştay’dan bana kalan ve en çok sevdiğim kısmı sizle paylaşacağım… Sayın Vali Rahmi Doğan’ın sözleri… “Burada Hatay Tanıtım Günleri gündeme geldi. Bir takım derneklerin eline geçmiş. Onlarda tamamen kendi amaçları doğrultusunda kullanmışlar. Hatay Gastronomisi ya da Hatay Günlerini kendi adına patent aldırmak isteyen bir girişim olmuş. Bunu da durdurduk. Hatay Valiliği adına bu patenti almak için başvuruda bulunduk. Bununla ilgili de 81 il Valiliği ve Belediye Başkanlıklarına yazı yazdık. Şayet ilinizde Hatay Günleri, Hatay Gastronomi Günleri adı altında düzenlenecek bir etkinlik olursa, bizim iznimiz olmadan, buna izin verilmemesi konusunda tedbir aldık. Hatay gastronomisinin bir ağırlığı var. Bir marka değeri var.” İşte bu… Bir şeyleri fark etmek ve ‘dur’ demek. Değişim de burada başlıyor. O yüzden, umutluyum. -Tamer Yazar-