Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog…
Siyaset, Arapça kökenli bir sözcüktür. Genel anlamıyla, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı ile özel görüş veya anlayışı tanımlar. Siyasetin, aynı anlamı taşıyan, batı dillerindeki kelime karşılığı, ‘’POLİTİKA‘’dır.
Kültür, Latince’de, tarım anlamına gelen ‘’Cultura‘’ sözcüğünden türemiştir. Batı kökenli aynı anlamını koruyarak dilimize giriş yapmıştır. Kültür kavramı, genel anlamıyla, bir toplumun duyuş ve düşün birliğini sağlayan bütün değerlerin tümü olarak tanımlanır. Konuşma dilinde kullanılan anlamı budur. Bu anlam; gelenek, görenek, düşün ve sanat değerleri gibi bir toplumun bütün değerlerini kapsar. Kısaca, bilgi anlamını taşır. Konuşma dilinde, kültürlü adam demek, bilgili adam demektir.
Siyasi kültür dediğimiz zaman, her iki anlamı kapsayıcı olarak; kamusal alan içinde, toplumun yönetsel işlerini, hukuku vicdanla tartarak, toplumun ortak yararına, huzuruna ve coşkusuna hizmet etmek amacıyla, seçicilerin, özgür iradeleri ile seçecekleri yöneticilerin eylem planlamasının tümü için kullanılan anlamı kapsar. Bu yöntem, insanlığın gelişimsel sürecinde farkı tanımlarla ifade edilse de, toplum için en yararlı sistemin ‘’DEMOKRASİ‘’ olduğu benimsenir. ‘’Demo‘’ gösteri, ‘’Krasi ‘’ egemen olmak, hükmetmek demektir. ‘’Demokrasi bir yerde, bilge insanın, özgürce kendi değerleri ile kendini yönetmesi demektir.‘’
Peki, insan bu sürece nasıl ulaşabildi?
İsterseniz, İlk insandan başlayarak, günümüze kadar olan bu süreci birlikte sorgulayalım!
İlk insan topluluklarının, her hangi bir kültürel, siyasal veya ekonomik yaşam çemberi yoktur. Olmadığı için de, mülkiyetle ilgili bir kavramları da yoktu. Yerküreyi sınırsızca kullanma özgürlüğüne sahiptiler. Doğaya uyumlu yaşamlarını değiştirecek her hangi bir bilgiye sahip olmadıkları için, doğayla uyumlu yaşamları özgürlük, huzur ve mutluluk içinde sürdü.
Doğal yaşamlarını değiştirecek bilgiye ulaştıkları zaman, kendi aralarında, mülkiyetten kaynaklanan ekonomik ve yönetsel sorun yaşamaya başladılar. Benlik kavramları gelişti, bencilleştiler. En bilge insan, bilgelik gücünü kullanarak liderlik kimliğine sahip oldu. Bu Liderlik kimliğin etrafında, daha az bilgiye sahip olan insanlar, alt yöneticilik görevleri üstlendi. Hiç bir bilgiye sahip olamayanlar, topluma hizmet etmek zorunda kaldılar.
Örneğin , demokrasinin ilk gelişim gösterdiği kent olan eski Atina’da (M.Ö. 400), kentin ortalama nüfusu 250/300 bin civarında idi. Demokratik anlayışa göre, kentte yaşayan her yurttaş mecliste oy verme ve düşüncesini açılama hakkına sahipken, o günün koşullarına göre kadınlar, köleler ve Atina’da doğmamış olanlara bu haklar verilmezdi. Bu haklardan yalnızca, buluğ çağını aşmış, yetişkin ve bilge erkekler yararlanırdı. Bu düşüncenin temelinde, emeğe dayanan tarım ve sanayi (çanak , çömlek) üretiminin paydaşlık kurallarını ve pazarlamasını belirleyen, ekonomik sınıfın eğitim düzeyi yatar. Çünkü o dönemlerde kadınlara, kölelere ve aristokrasi sınıfından olmayanlara eğitim ve öğretim verilmezdi. Dolayısı ile bilgilenmeyen insan yönetimde de yerini alamazdı.
Arsistokrasi sınıfının dışındakiler, ne zaman bilgilenmeye ve haklarını istemeye başladılar, işte o zaman kaos (düzensizlik) başladı. İnsan, insanın kurdu oldu! Demokrasi, yeni bir düzene gereksinim duydu. Emekçi, kadın ve kölelerin yönetimsel istekleri, yeni bir toplumsal yaşama geçişi sağladı. Ardından devlet kurma düşüncesi ortaya çıktı.
İnsanlar; karışıklığı önleyecek, toplumdaki hakça düzeni kuracak, aralarındaki toplumsal sorunlara hakemlik yapacak, iç ve dış tehlikelere karşı mal ve can güvenliğini sağlayacak bir güç aramak ve yaratmak zorunda kaldılar. Bu örgütün adına da ‘’DEVLET’’ dediler. Böylece, onları kaostan düzene geçiren sistemi de kurmuş oldular.
Kurdukları bu sitemi destekleyen, yorumlayan ve gelişmesine katkı sağlayan o zamanın düşünürleri (filozofları) ne anlamlar yüklemişler, bir bakalım…
Antik dönem felsefesinin ünlü üç düzen bozcuları (Anaşistleri !) Sokrates, Aristo ve Platon’dur (Eflatun). Bu düşünürlerin her söylemi, yeni bir düzen anlayışına öncülük yapmıştır.
Sokrates; ‘’Kendini bil. Vicdanın sesini dinle‘’ der. İnsanlığın, uzlaşı içinde yaşaması için çok şeyler söylemiştir, ama kitap bırakmamıştır. Yani kitapsızdır.
Platon (Eflatun)… “Devlet” kitabının yazarıdır.
Aristotales… “Politika” kitabının yazarıdır.
Bunlar, antik dönemin dak hanek (boş ve anlamsız sözler söyleyen) yapan, felsefenin üç çetesi…
Çete reisi Sokrates, ‘’Saygın bir yönetici, ortayı bulmayı bilmeli ve her iki taraftaki aşırılıktan olabildiğince kaçınmalıdır‘’ der.
Çetenin Sekreteri Platon, ‘’Kusursuz bir toplum, adaletin, vicdan terazisinde tartılması ile olur. Bunu tartan da devlettir‘’ der.
Çetenin tek üyesi ve mirasçısı olan Aristo ‘’Zayıflar, her zaman adalet ve eşitlik isterler, güçlüler ise bunun hiç birini vermek istemezler…‘’ der.
Dak hanek yapan bu çetenin ne demek istediklerini gel de anla! Yaklaşık 2500 yıl önce oturup demokrasi, insan hak ve özgürlükleri gibi boş konulara kafa yormuşlar. Kimi “kendini bil” demiş, kimi “vicdan terazisinden” söz etmiş, kimi de bunların üzerine politikalar üretip insanlığı kurtarmaya kalkmış! Boş işlerle uğraşıp zaman kaybetmişler, değil mi? Halbuki bunu benim gibi, çağımızın suskun politikacısı olan, Turhan Selçuk’un Abdülcambaz’ına sorsalardı, ciltler dolusu yanıt alırlardı! Öyle değil mi?
Neyse … Biz, bu üç çetenin gözden kaçırdığı, devlet ve bireyin arasındaki ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini sorgulayan konumuza dönelim. Çok karmaşık olan bu konuyu, Roma hukukunun temelleri üzerine kurgulayan, Stoacı filozof, İmparator Marcus Aurelius’un (İ.S. 161-180) yaşam öyküsünden esinlenerek öğrenmeye çalışalım.
Marcus Aurelius, halkın günlük yaşantısını denetlemek ve onlarla birlikte olmak için ara sıra kent gezilerine çıkarmış. Bu gezileri sırasında, stoa eğitimi verdiği öğrencilerinden birini yanına alır, ona bir adımlık mesafeden kendisini izlemesini söylermiş. İşte o günlerden bir gün, İmparator Marcus Aurelius kent gezisine çıkmış. Her zaman ki gibi, halkın, tanrılık makamına yücelten coşkun söylemleri ile karşılaşmış. Bunun üzerine, bir adım arkasından yürüyen öğrencisi eğilip kulağına şu sözü fısıldamış… ‘’UNUTMA! SEN BİR İNSANSIN!” demiş. İşte bu söz, gelecekteki insan hak ve özgürlükler yolunun anahtarı olmuş.
Kimi bu yolu kilitlemiş, kimi yeni bir yol bulmuş, kimi yeni bir yol açmış, kimi de yoldan çekilmiş! Sizin bunlardan hangisini uygulayacağınız, kültürel birikiminizle ilgili!
İlkçağlardan günümüze dek; insan, toplum, devlet, siyaset, özgürlük ve bağımsızlık kavramları, bu kavramların insanlar ve toplumlar için taşıdığı önem ve yarattığı sorunlar, güncelliğini hala korumaktadır. Bu sorunlara bugün de çözümler aranmaktadır. Yarın da aranacaktır. Bitimsiz bu sürecin tek yolcusu insandır…
Aman dikkat edin, yolunu şaşırıp şapkayı kimseye kaptırmasın!
Kendim için bir şey istiyorsam namerdim… (Rahmetlik Süleyman Demirel’in sözü )
Her şey insan ve insanlık için…
Saygılarımla.