Friedrich Nietzsche’nin, dünya klasikleri arasında yer alan Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabının 140 ve 141.sayfasına göz atanlar ,” Benim iyilik ve kötülük hakkındaki sözlerimi anlamanız için size hayat ve bütün canlılar hakkındaki fikrimi söyleyeyim. Ben canlıyı izledim. Canlının özelliklerini bulmak için en büyük ve en küçük yollardan geçtim. Nerede bir canlı gördüysem, orada bir güç istenci gördüm.” Satırlarını göreceklerdir.
Yazarın “Canlı” diye bahsettiği varlık, insandır. Hayatın gidişini, insanın tükenmeyen hırslarının yanı sıra buyruğa uyma gibi zaaflarını anlatır.
“Kendi buyruğuna uymayan, emir altına girer. Kendi yasasının hâkimi olamayan, kurbanı olmaya mecburdur. Zayıf olan, dolambaçlı yollardan kuvvetlinin kalbine ve kalesine sokulur ve kudret çalar.” Nietsche’nin kitaptaki bu cümlelerini okuyunca, Türkiye’de yaşadığımız ve muhtemel yaşayacağımız siyasi atmosferin basıncı altında ne kadar isabetli tespitlerde bulunduğunu daha iyi anlıyoruz.
Çünkü siyaset, insanoğlunda var olan tüm zaaflarını ve vahşi güdülerini ortaya serer. Hele seçim süreci söz konusu olunca tüm frekanslar yeniden devreye sokulur ve kazanmak için her dalga boyundan faydalanmaya çalışılır. Türkiye’de seçim kararıyla beraber siyasi frekanslar yeniden devreye sokuluyor. Ülkemizde siyasi frekansların net bir zihin ve standartlara uygun olmadığını söylemeye gerek yok. Özellikle frekans ayarlarının başında bulunan iktidar, bu frekansları kendini yeniden güç sahibi olacak şekilde çevirmeye çalıştığını ve çalışacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Ama bugünün şartlarında frekansları lehine olacak şekilde çevirebilecek mi? Sorusunun cevabı asılı duruyor. Çünkü frekans ayarları yeteneksiz ve bilgisiz siyasetçiler tarafından o kadar kurcalanmış ki; kulakların zarını patlatacak kadar ölçüsüz, beyni sarsacak kadar bozuk, yürekleri parçalayacak kadar parazit sesler çıkarıyor. Siyasi dille devam edeyim, Türkiye seçim sürecine girdi.14 Mayısta sandığa gideceğiz. Deyim yerindeyse bu seçim sonuçlarıyla ülkenin kaderi yeniden yazılacak. Siyasetin vahşi doğasında rakipleri yıpratmak, hata yapmaya zorlamak, köşeye sıkıştırıp zihin hatlarını karıştırmak gibi sayısız oyunlar kurulur. Gerçek sorunlar unutturulmaya çalışılır, yaratılmış sorunlar sahaya sürülür. İktidar gerçek sorunları unutturmak amacıyla devamlı yaratılmış sorunlar üreten tezgahın başından ayrılmıyor. Kendine karşı bulunan bilumum varlığa yaratılmış sorunlar elbisesi giydiriyor. Örneğin CHP’yi 70-80 sene önce yapılanlarla suçlayarak ,biz bunların evveliyatlarını iyi biliriz gibi siyasi çıkışlar yaratılmış sorun üretildiğini gösterir. Başka bir örnek ise; İYİ parti kuruluş aşamasında iken, akla gelmeyecek suçlamalarda bulunmalarına rağmen gün geçtikçe güçlendiğini gördüklerinde Cumhur İttifakına katılması için davet etmişlerdi. Davetlerine icabet edilmeyeceği cevabını alınca, yaratılmış sorun üretim hattı yeniden işlemeye başladı ve İYİ parti’ye davaya ihanet suçlamasını yönelttiler. Siyasette, gerçek sorunlar ile yaratılmış sorunlar isabetle birbirinden ayrılmadıkça gerçek sorunlar tehlikeye girer. Niyeti ve meramı sorun çözmek üzere odaklanmış bir iktidar sorunun gerçek tarifiyle başlar. Yeni bir seçimin öncesinde hükümet tarafından sorunlarının gerçekçi tarif edildiği kuşkusu yeniden derinleşiyor. Olaylara kapsamlı bakılmadığı için sorunlar, ortaya koyanların ününe, unvanına, siyaset bekleyişlerine göre çok sık değişim göstermekte. Nietzsche’nin ” zayıf olan, dolambaçlı yollardan kuvvetlinin kalbine ve kalesine sokulur ve kudret çalar.” Satırı sanki ülkemizde her gün canlı yaşıyormuşuz gibi güncelliğini koruyor. Çünkü izlediğimiz kadarıyla siyasetin ve siyasi erkin kudretine tapanlar, her türlü yollardan güçlünün yanına sokularak kudret elde etmeye yöneliyorlar. Gerçek sorunları çözmek gibi dertleri, tasaları olmadığı gibi, yaratılmış sorunların sözcülüğüne soyunuyorlar. Halkın yaşadığı ekonomik sorununun gerçek sebebi nedir sorusuna cevap verilebilmesi, hukukun neden her gün tartışma konusu yapıldığını sorgulamadan çözülebilmesi imkansızdır. Türkiye Mayıs ayında iki yola çıkan bir kavşağın eşiğine gelecek. Bu yönlerin biri mevcut tek adam yönetimine, diğeri de demokratik esasların temellerine inanan kurumlara götürecek. Türkiye’de halk, gök kubbesi bulutlu bir semanın altında yaşamak istemiyor. Güneşin doğmasına, masmavi gökyüzünün altında yaşamaya özlem duyuyor. Nitzsche’den esinlenerek yazımı bitireyim: Siyasetçilerin tükenmeyen hırslarını, sırf koltuklarını korumak için üstlerinin buyruklarına girenleri, kendi yasalarının hakimi olamadıkları için ülkeyi kurban edenleri, ancak sandık sayesinde söküp atarak masmavi gökyüzüne bakabileceğiz. Aksi takdirde, iktidar ve uzantıları keyif çatarken, halk, bulutların koyu gölgesinde ruhunun acısını hissetmeye devam edecek. [email protected]