SOMALİ İMTİYAZI

Türkiye’de bir belediyecilik efsanesi varsa, o açık ara Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’idir. Yılmaz hocadan öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılır. Yaptığı müthiş işlere paha biçilemez. Bir model olarak okutulmalı ve tüm ülkede bu model uygulanmalıdır. Fakat; Yılmaz Hoca 1937 doğumlu, yani 86 yaşında. Bir dönem daha belediye başkanı adayı olmak için başvuruda bulunmuş. Sayın hocam, 5 […]

Türkiye’de bir belediyecilik efsanesi varsa, o açık ara Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’idir. Yılmaz hocadan öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılır. Yaptığı müthiş işlere paha biçilemez. Bir model olarak okutulmalı ve tüm ülkede bu model uygulanmalıdır.

Fakat;

Yılmaz Hoca 1937 doğumlu, yani 86 yaşında. Bir dönem daha belediye başkanı adayı olmak için başvuruda bulunmuş. Sayın hocam, 5 yıllık bir seçim sürecini öngördüğümüzde, 91 yaşına kadar belediyeyi yönetmeyi talep ettiğiniz anlaşılmakta. Bu yaş sizce de fazla değil mi. Keşke bu seçim sürecinde aday olmasaydınız, yerinizi genç birine devretseydiniz. Siz her zaman bir efsanesiniz. Fakat 86 yaşında belediye başkan adayı olmak, inanın doğru bir karar değil. Bu kararınızı şahsen gözden geçirmenizi, size çok saygı duyan ve sizi çok seven bir seçmen olarak talep ederim.

Geçen hafta İskenderun Adliyesi’nde başsavcının korumaları tarafından Av. Bülent Akbay darp edilmiştir. Maalesef son günlerde ülkemizde adeta bir koruma terörü estirilmektedir. Bu olay kabul edilemez. Maalesef daha vahim olanı, kanunun verdiği zor kullanma yetkisini haksız yere ve hukuka aykırı, keyfi şekilde kullanan bu kişileri adliyeler sistematik bir şekilde korumaktadır. Yani yapanın yanına kar aldığı bir süreci hep beraber izliyoruz. Barolar, basın açıklaması tadında cılız protestolar haricinde hiçbir tepki gösteremiyor. Bu olaylar, basında haber olma niteliği dahi taşımıyor. Bence şiddet kullanılması kadar bu kanıksama ve suçluların adliyeler tarafından kayrılması da ayrı bir sorundur.

Türkiye bir hukuk devletidir. Son derece üzücüdür ki bu tarz olaylar ülkemizi hukuk devleti ilkesinden ayırmaktadır. Bu ve benzeri olaylar en sert şekilde cezalandırılmalıdır. Vatandaşı Devlete emanet olan can güvenliği, en güçlü şekilde korunmalıdır. Bunu ihlal edenler de cezalandırılmalıdır. Aksi halde insanlar, sokağa çıkmaktan imtina eder bir ruh haline bürünecektir.

Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu, bir motokuryenin ölümüne sebep olmuştur. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan motokurye, yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamamıştır. Kazanın oluş şekli, dosyanın durumunu göz önünde bulundurarak kimsenin masumiyet karinesini ihlal etmek istemem. Fakat bu dosyanın birçok noktadan hukuksuzluklarla dolu olduğu baştan belli olmaktadır.

Öncelikle, ağır yaralama sonucu doğan bir trafik kazası mevcuttur. Böylesi durumlarda istisnasız şüpheli kişi, göz altına alınır ve süreç takip edilir. Ardından da çok çok yüksek ihtimalle tutuklama kararı verilir. Fakat dosyada şüpheli, yani Somali Cumhurbaşkanının oğlu gözaltına alınmadan, ifade verdikten hemen sonra serbest bırakılmış.

Üstelik, trafik bilirkişisinin hazırladığı “kusursuzluk” raporuna dayanılarak. Evvela bu kadar hızlı bir şekilde trafik bilirkişisinin rapor hazırlamış olması dahi son derece manidardır. Çünkü 30 Kasım’da kaza oluyor, şüpheli ise 2 Aralık’ta yurtdışına kaçıyor. Burda bir karanlık elin devreye girdiği, jet hızıyla kusursuzluk raporu hazırlatıldığı çok bellidir.

Diğer yandan manidar olan kısım ise, vefat eden motokuryenin eşinin kendini polis olarak tanıtan kişilerce aranıp, eşinin intihar ettiğini söylemeleridir. Kim, nasıl böyle bir yalan söyleyebilir, bu yalanı söyleyen kişi ve kişiler kimlerdir, meslekleri nedir? Tüm bu hususların da araştırılması gerekir.

Son günlerde yargıdaki rüşvet iddiaları ve illegal davranışlar sürekli olarak kamuoyunda tartışılmaktadır. Bu tarz uygulamalar ve haberler, başta yargı olmak üzere birçok alanda son derece kötü sonuçlar doğuruyor. Yargıdaki bu kokuşmuşluk üzerine sert bir şekilde gidilmeli. Bu tarz illegal davranışlara en sert yaptırımlar uygulanmalı.

Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali kararına karşı Yargıtay, hukuk tarihimizde eşi benzeri görülmemiş bir cevap vermişti. Mahkeme kararına uymayacağını ifade etmesi haricinde, bu kararı yazan hakimler hakkında da suç duyurusunda bulunmuş, ayrıca satır aralarında Meclis’e de adeta bir ayar verilmişti. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin kararı uygulanmamıştı. Oysaki Anayasa’nın 138.maddesinde mahkeme kararlarının tüm kurumlar tarafından bağlayıcı olduğu net olarak ifade edilmiş, yargı kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilemez olduğu belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, 13 Aralık’ta bu konuyu tekrar gündemine alacakmış. Yüksek mahkemenin konuyla ilgili nasıl bir tutum sergileyeceği merak konusudur. Gözler, Anayasa Mahkemesi’nde.

Exit mobile version