SORUNLAR SARMALINDA EĞİTİM ve “AMAÇLARI?”

Eğitimde içerik ve nitelik sorunlarının sistematik olarak arttığı, okulların  fiziksel donanım eksikliklerinin giderilmediği,  derslik sayısının, eğitim materyallerinin, araç gereç yetersizliğinin yıldan yıla arttığı koşullarda, giderek ağırlaşan ekonomik sorunların baskısı ve artan eğitim giderlerini karşılama  zorluğu içinde,  ailelerin ve çocukların  bir “eğitim  maratonu” daha başladı!  Herkese başarılar diliyorum! EĞİTİM BİR SORUNLAR SARMALI! Türkiye’de, son yirmi iki […]

Eğitimde içerik ve nitelik sorunlarının sistematik olarak arttığı, okulların  fiziksel donanım eksikliklerinin giderilmediği,  derslik sayısının, eğitim materyallerinin, araç gereç yetersizliğinin yıldan yıla arttığı koşullarda, giderek ağırlaşan ekonomik sorunların baskısı ve artan eğitim giderlerini karşılama  zorluğu içinde,  ailelerin ve çocukların  bir “eğitim  maratonu” daha başladı!  Herkese başarılar diliyorum!

EĞİTİM BİR SORUNLAR SARMALI!

Türkiye’de, son yirmi iki yılda dokuz Milli Eğitim Bakanı  görev yaptı, bu süreçte, eğitim sistemi,  on sekiz kez değişikliğe uğradı!

Bu değişimler  sonucunda  eğitim sistemimiz, her kademedeki program ve içeriği ile; bilimsel, eleştirel, nesnel, çoğulcu, laik, demokratik, cinsiyet eşitliğini temel alan niteliklerinden; sorgulamayı, bilgiye ulaşma süreçlerini ve bilgiyi kullanma becerilerini, hümanizmayı  ve çağdaş değerleri kazandıran içeriklerinden, karma ve kamusal  özelliklerinden  hızla uzaklaştırmış durumda!

ÇEDES ve benzeri uygulamalarla öğrencilerin, derslerin camilere taşındığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve tarikatlarla yapılan sayısız iş birliği protokolleri ile imamların, tarikat yöneticilerinin ana okullar dahil olmak üzere tüm okullarda derslere girebildiği, “değerler” adı altında; belli bir inancın kabul ve ritüellerinin, bu inancın ‘iyi ve kötü’; ‘doğru ve yanlış’  olana ilişkin kabullerinin,  yargılarının, örf adetinin öğretildiği ,etkinlikler düzenlediği, eğitim etkinliğinin mekânsal bütünlüğünü de kaybetmiş olduğu bir eğitim/ öğretim sisteminde,
şimdi de, bu eğitim / öğretim döneminden başlayarak  ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adı altında, her dersin ‘dinsel yaklaşım ve içerikle’ anlatılması amaçlanıyor.

Bu sistem, aynı zamanda özellikle kız öğrencilerin okuldan uzaklaşmasını sağlayan 4+4+4 şeklindeki uygulamaları ve fırsat eşitsizliği nedeniyle kız çocuklarını çoğunlukla açık liselere, dolayısıyla evlenme koşullarına itiyor. (TÜİK verilerine göre; 2021 de, 15 yaşından küçük 118 , 15-17 yaş aralığında 7 bin 176; 2022 de 15 yaşından küçük 147, 15- 17 yaş aralığında 7 bin 42 çocuk doğum yapmış görünüyor. Resmi olmayan rakamlar ise çok daha fazla. Bu durum, kız çocuklarının eğitimden kopmakta olduğunu da ortaya koyuyor.) Erkek öğrencileri ise, piyasaya ucuz emek/ işçi olarak sürecek Mesleki Eğitim Merkezlerine (MESEM) yönlendiriyor. (2023/24 eğitim öğretim döneminde MESEM kapsamında çalışırken 9 öğrencinin yaşamını kaybetmiş olmasına karşın, Bakanlık, Mesleki ve Teknik Eğitim Politikası Belgesi ile kapsamı genişletmeyi, ortaokul öğrencilerini kapsama almayı hedefliyor.)

Eğitim materyalleri, araç gereç eksiklikleri,  eğitim harcamalarının 2018 yılından bugüne yüzde 738  artmış olması, okulların  fiziksel, yapısal donanım ve alt yapı yetersizliği, yeterli sayıda öğretmen, hizmetli vb.olmaması gibi,   eğitim süreçlerini kalıcı olarak olumsuz etkileyen sorunlar,  artarak, daha da yaygın hale geldi.

Ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin artmasıyla giderek büyüyen  eğitimde fırsat eşitsizliği, geniş halk kesimlerinin çocuklarının, artan oranlarda okula devam etmemesine yol açmakta.( Zorunlu örgün eğitimde kayıtlı 17 milyon 558 bin 25  öğrenciden, 442 bin 643’ü sistem dışında bulunuyor.)  2023 yılında devlet okullarında bir öğün yemek verilmesini planlamış olan MEB, “depolama ve lojistik sorunu gerekçesiyle”  vaz geçiyor, bugün devlet okullarında her üç öğrenciden biri okula aç geliyor, her beş öğrenciden biri derin yoksulluk  koşullarında yaşıyor!

Milli Eğitim Bakanlığının bütçesi bu yıl için 1 trilyon 619 milyar 907 milyon 408 bin lira olarak belirlendi. Öğretmen ataması ve bir öğün ücretsiz okul yemeği için “bütçe yok” savunması yapan Milli Eğitim Bakanlığı, bu bütçeden iktidarın, “yurt dışında eğitim hizmetleri vermek için kurduğu”  yönetiminde de belli çevrelerin olduğu Türkiye Maarif Vakfına, 5.7 milyar lira aktarabiliyor! (Son  6 yılda bu Vakfa, 564 milyon dolar aktarılmış bulunuyor!) 2016 da kurulan Vakfın yöneticileri “huzur hakkı” adı altında, 2021’ itibaren  çift maaş almakta!

Türkiye’de toplam 75 bin 19 eğitim kurumu bulunuyor. Bu kurumlardan  devlete ait olanların sayısı 60 bin734  iken, özel okulların sayısı 14 bin 281’e yükselmiş durumda. Özel okulların tüm okul ve kurumlar içerisindeki oranı  tarihte ilk kez yüzde  19 oranını buluyor. (Her beş okuldan biri özel okul) (1)

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üye ülkelerin eğitim sistemlerini sayısal verilerle ortaya koyan “Bir Bakışta Eğitim 2024” raporuna  göre, Türkiye, tüm eğitim kademelerinde devletin  öğrenci başına en düşük harcama yaptığı  OECD ülkelerinden biri. İlköğretimden yükseköğretime kadar devlet tarafından öğrenci başına yapılan yıllık harcama, ortalama 5 bin 425 dolar. OECD ülkeleri ortalaması ise 14 bin 209 dolar. Türkiye, ilkokul kademesinde kamu harcamalarının payının en düşük, devletin nitelikli eğitim için yapmadığı harcamaların telafisi için ailelerin yapmak zorunda kaldığı  özel harcamaların payının en yüksek olduğu ülke. OECD ülkeleri ortalamasının yaklaşık dört katı. (Türkiye: yüzde 19, OECD: yüzde 5).Türkiye üst orta eğitim (lise) harcamalarında 40 ülke arasında (en geride) 38. sırada yer alıyor.

-Özellikle, deprem bölgesi Hatay’da; 1604 eğitim kurumundan,  üçte birinin (210) yıkılmış , 180’nin orta hasarlı (ve 141 nin güçlendirilme kararı   verilmiş), 85 konteyner okulda eğitimin sürmekte olduğu, “toplamda 742 derslikte  eğitim yapma koşullarının sağlanmasının” hedeflendiği; ulaşımın işleyiş, zamanlama, araç temini, koordinasyon, yol durumu, pahalı servis koşulları ile çok sorunlu olduğu; eğitim materyalleri, araç gereç eksiklikleri, okulların  fiziksel, yapısal donanım ve alt yapı yetersizliği, deprem sonrasında artan beslenme olanaklarına erişimin zorluğu; öğretmenlerin barınma dahil sorunlarının çözümlenememiş olması, sahip olduğu olanakların sınırlı  ve yetersiz olanaklara sahip olmalarının yarattığı olumsuzluklar ve daha da  önemlisi; öğrencilerin yaşanan deprem sonrasında travmaya bağlı dikkat bozukluğu dahil, biyopsişik sorunlarını sağlıklı şekilde çözmelerinin, rehabilite olanaklarının sağlanmamış olması, tüm bu koşulları çok daha ağır hale getiriyor! (Eğitim-İş Sendikası’nın 18 Eylül 2023’te kamuoyuna sunduğu deprem bölgesi eğitim raporuna göre ise 11 ilde 11 bin 699 eğitim kurumu depremin şiddetli etkisine maruz kaldı, yaklaşık 4 milyon 100 bin öğrenci ve yaklaşık 226 bin 593 eğitim emekçisi depremden etkilenmiş bulunuyor.)

EĞİTİMİN AMACI NEDİR?

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Eğitim Mevzuatı, Medeni Kanun, Hukukun Genel ilkeleri   “laik eğitimi” esas alır!  Tüm bu düzenlemeler; “bilimsel, nesnel, eleştirel, laik, demokratik, çoğulcu, , karma ve kamusal (parasız)  nitelikli bir eğitim olanaklarına sahip olmak ve bunları kullanmak, bir insan hakkıdır” ilkesini temel almaktadır!

Buna göre laik  eğitim; eğitimin bir sistem olarak  kurumsal ve organik yapısının, örgütlenme biçimi ve işleyişinin, hukuksal yapı ve kurallarının, program içerik, nitelik ve amaçlarının herhangi bir dinin inançlarıyla ilgili anlayışlara ve   normlara dayanmadığı, onlar tarafından etkilenmediği ve belirlenmediği, eğitim örgütlenirken, programlanırken ve icra edilirken bunların herhangi bir dinin dünya görüşüne, ilke ve kurallarına uyup uymadığına bakılmadığı/ bakılmayacağı eğitimdir. İnsanlığın  günümüzde erişmiş olduğu koşullar bütününde ortak sahip olduğu; bilimsel, düşünsel, felsefi, sanatsal, sosyolojik,  hukuksal, teknolojik birikimine,  “özgür akıl ve onur sahibi  bir türün bireyi olan”  insan değer anlayışına, bu değer anlayışının evrensel, çağdaş ilkelerine, bunları daha da ileriye götürecek  öncüller oluşturma arayışına  dayalı  bir eğitimdir. 

Bu eğitimin amaçları da ;  bireylere, gelişim dönemine biyopsişik ve pedogojik özelliklerine, kavram ve anlam kapasitesine uygun olarak, kendi hayatlarına ve ne yapabileceklerine dair asli tercihlere sahip olmalarını sağlayacak özgür ve akılcı düşünme yeteneğini, sorgulama ve bilgiye ulaşma süreçlerini, bilgiyi ve bilgiyi kullanma yöntemi oluşturma becerisini; iyi ile kötü, doğru ile yanlış arasında değerlendirme  ve ayrım yapabilmelerini sağlayacak  nesnel “değerlendirme ölçütlerini”  ve norm bilgisini, doğayı, insan ilişkilerini bilgisel temelde kavramalarını sağlayacak metodolojiyi, kendi iradeleriyle etik davranabilmeyi,  herkesin  haklarına saygı duymayı  ve bu yönde davranışlar geliştirme, tercihler yapabilme özelliklerini kazandırmaktır! (Bireylerin/ çocukların neyden “korkacaklarını”, “neye inanacaklarını” öğretmek, bedenleri ve yaşamları üzerine tahakküm biçimleri oluşturmak değildir! )

Böylesi  yetenek, beceri, deneyim ve özellikleri kazanmış birey, neye, nasıl inanacağını ya da inanmayacağını, neyden korkup korkmayacağını,  ancak kendisi  seçebilir, nasıl bir din eğitimi alacağını ( çocukluk döneminde, anne babası ) karar verebilir!

DEVLETİN GÖREV ve YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Eleştirellik, nesnellik ve çoğulculuk içeren laik  bir eğitim sistemi kurma yükümlülüğü Anayasanın “Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi” başlıklı 42. Maddesinde düzenlenmiştir.Madde düzenlemesi  “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz… Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır” demektedir.

Tarafı olduğumuz ve mevzuatımızın bir parçası olan Avrupa İnan Hakları Sözleşmesi’nin 1 no’lu ek Protokolü’nün 2’nci maddesi de; “hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” demekte, devlete bu  nitelikler temelinde laik bir eğitim sistemi kurma ve koşullarını eksiksiz olarak yerine getirme yükümü getirmektedir. Türk Medeni Kanunu’un 341’nci maddesi de bu düzenlemeye paralel olarak, “Çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir. Ana ve babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir. Ergin, dinini seçmekte özgürdür” demektedir.

Dolayısıyla Türkiye’de ‘eğitimin’ amacı; kamuoyuna yansıyan amaçları belli kimi iddiaların aksine,  bireye  “Allah korkusu aşılamak”,  “  bir inanç temelinde , dini bütün hayatlar sürmeye teşvik etmek”  olamaz!

Dini eğitim, içeriği, niteliği, tercihleri, yapısı, amacı ve işlevi, metodu, unsurları,  güncel ve tarihsel bağlamları  ile bütünüyle   ülke  eğitim sisteminden, bu sistemin temel aldığı laik  eğitsel  faaliyetten ayrıdır ve onun dışında olmak zorundadır! Bağlı olduğu inanç sistemi, ritüel, ibadet şekilleri  ileanne ve babaların çocuklarına, kendi dini ve felsefi inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı içerisinde”, onların tercihlerine göre gerçekleştirecekleri” seçimleri doğrultusunda belirleyecekleri bir eğitsel eylemliliktir. Devlet,   din ve vicdan özgürlüğü kapsamında bu özgürlüğün gerektirdiği koşullar çerçevesinde, her inanç ve din mensuplarına herhangi bir ayrım olmaksızın, kendi denetiminde olacak şekilde,  bilimsel, nesnel, laik eğitim sisteminin dışında, bu eğitimi alabilecekleri olanakları sunmakla görevlidir! Tüm eğitim sistemini dinsel temele oturtmak, belli bir din anlayışını tüm eğitim programlarına yaymak ve dayatmak, devletin görevi ve ödevi değildir. Tam aksine, bir insan hakkı olan  “bilimsel, nesnel, eleştirel, laik, demokratik, çoğulcu, karma ve kamusal yani parasız  nitelikli bir eğitim olanaklarına” sahip olmayı güvenceye almak ve her birey için gerektirdiği koşulları sağlamak, tarafı olduğumuz uluslararası insan hakları sözleşmelerinin,  Anayasa’nın, ilgili kanunların ve bu konuda kesinleşmiş bulunan mahkeme kararlarının gereği olarak, Türkiye’nin yükümlülüğüdür.

 

Nitelikli bir kamusal eğitim sağlamak başlıca ve tek amaç olmalıdır. Nitelikli, herkesin ulaşabileceği  kamusal eğitim, sadece eğitim politikalarının değil aynı zamanda sosyal politikaların bir sonucudur. Bu nedenle kaliteli bir kamu eğitimi için yapısal ve işlevsel anlamda, halkın her kesimi için kalıcı ya da dolaylı sosyal eşitsizliklerin ortadan kaldırılacağı bir sosyal politika programının gerekli olduğu ortadadır. Bu programın öncülleri olarak eğitim masrafları devlet tarafından karşılanmalı,   velilerin katkıları en aza indirilmeli, katkı pay, harç  vb.  alınmamalıdır. Okullarda  geniş kafeterya düzeni olmalı her gün  yeterli miktarda en az bir öğün  ücretsiz sağlıklı gıda verilmeli, öğrencinin tamamına ücretsiz sağlık hizmetleri ve diş tedavisi sunulmalıdır. Okul malzemelerinin hepsi ücretsiz dağıtılmalıdır. Çocuk gelişimi uzmanı pedagog ve psikologlar da dikkatle öğrencileri takip etmelidir. Çocuk yoksulluğu ortadan kaldırılmalıdır.

Devlet, bu yükümlülüğün gereği olarak,  sorunları kalıcı şekilde çözmeye dönük, bilimsel, nesnel, eleştirel, laik, demokratik, çoğulcu, karma ve kamusal (parasız) nitelikli bir eğitimi kurumsallaştıracak, öğretmen niteliğini, evrensel çağdaş değerlerle güvence altına alacak bir  eğitim politikasını oluşturmalı ve buna uygun şekilde Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi hazırlanmalı ve uygulamaya geçirilmelidir. Bu bugünün ve geleceğin en önemli en öncelikli sorunudur.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş döneminde bunu başarmıştır. Yeniden başarabilir yeter ki, bunu sağlamak için mücadele edecek, toplumsal kesimler, siyasi partiler, sivil toplum sorumluluğunu yerine getirsin.

 

HUKUKÇU/AKADEMİSYEN

Exit mobile version