Hatay ve Kilis’in sınır kapıları üzerinden, bavullarıyla ve ellerinden tuttukları çocuklarıyla Ramazan Bayramı için ülkelerine giden Suriyeli sığınmacılar noktasında duranlar arasında, ‘Bayram için gidebiliyorlar madem, gerisin geriye neden dönüyorlar, kalsınlar!’ diyenlerin sayısı oldukça fazla. Peki, eldeki görüntünün çok da izlenemeyen kısımlarında ‘ne’ var, biliyor muyuz?
Hatay ve Kilis illerindeki sınır kapılarında uzun kuyruklar oluşturan Suriyeli sığınmacılar, Ramazan Bayramı için ülkelerine gitmenin telaşında. Onlara dair okuduğumuz gazete haberlerinde geçen, “Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen Suriyeliler, Suriye’nin Azez, Mare, Soran, Aktarin, Çobanbey, Afrin, Cerablus ve El Bab bölgeleri ile diğer şehirlerine gitmek için sınırı geçiyor” ifadelerinde duranlar olarak, tek bir şey soruyoruz! “Suriyeliler bayramda ülkelerine gidebiliyorsa… Neden geri dönüyorlar?”
Bu konuda oldukça çarpıcı bir değerlendirme yapan isimlerden biri de, Mülteciler Derneği Sosyal Medya Sorumlusu Ahmet Selman Özdemir. Özdemir tarafından kaleme alınan değerlendirmede, ‘bu gidişler neden ve geri dönüşler niye’ sorularına cevap veriliyor.
İfade edilen, ara başlıklar halinde şöyle:
-SINIR HİKAYESİ-
Türkiye ile Suriye Arap Cumhuriyeti arasında 1924 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile devlet sınırlarının belirlenmesinden sonra, iki ülkedeki akrabalar birbirlerinden ayrılmak zorunda kaldı. 1999 tarihinde Şanlıurfa ve Haseki Valilikleri arasında imzalanan bir protokolle, her 2 il sınırları içinde yaşayan akrabaların, idari mektupla sınırı geçerek birbirlerinin evlerinde bayramlaşmalarına izin verildi. 1999 yılına kadar insanlar, tel örgülerin arkasından birbirlerine bağırarak bayramlaşırken, bu tarihten sonra ise 48 saat süreyle sınırın diğer tarafına geçme hakkı elde ettiler. Böylece bayramlar da gerçek bir bayrama dönüştü.
-BAYRAM DEĞİL!-
Öncelikle, “bayram” kelimesine yüklediğimiz anlamı, şuan binden fazla silahlı grubun bulunduğu, 8 yıldır iç savaş nedeniyle alt ve üst yapısı zarar görmüş, milyonlarca insanı evinden yurdundan etmiş, bir o kadar kişinin de çatışmalarda hayatını kaybetmesine sebep olmuş bir ülke için tekrar düşünelim. Bayramlaşma izni alan Suriyeliler, ülkelerine “bayram” yapmaya değil, savaş nedeniyle ayrılmak zorunda kaldıkları evlerinin, işyerlerinin, şehirlerinin, sevdiklerinin son durumuna bakmak için gidiyorlar. Yıkılmış evlerin ve sokakların arasında dolaşıp, unutulmak üzere olan hatıralarını canlı tutmaya çalışıyorlar. Yaşama umudu olanların bazıları orada kalıyor. Büyük bir kısmı ise, “belki bir daha ki seneye” diyerek Türkiye’ye geri dönüyor.
-ELDEKİ!-
Kendi bayramlarımızı düşünelim. Genel olarak bayram namazı için camiye gideriz ve oradaki insanlarla bayramlaşırız. Akrabalarımızı, komşularımızı, arkadaşlarımızı ararız. Hasta ve yaşlıları ziyaret ederiz. Hayatını kaybetmiş olan sevdiklerimizin mezarlarına gidip dua ederiz. Evimizde misafir ağırlarız, başkalarının evlerine misafir oluruz. Çocukları sevindiririz. Bayram tatili uzun diye, kafa dinlemek için sahil kenarı ya da ormanlık bir alana doğru geziye çıkarız. Tanıdığımız insanlarla zaman geçirir, hoş sohbetler ederiz. Peki, bu ve buna benzer şeyleri şimdiki Suriye’de yapmak ne kadar mümkün?
-SAVAŞ-
Suriye’de savaş bitmedi. Sadece bazı bölgelerde çatışmalar bitti. Yarın ne olacağı belli olmayan bir ortam hakim Suriye’de. ‘Savaş bitti’ diyebil-memiz için, savaşın bir kazananı ve bir kaybedeni olmalı. Bir grubun, Suriye’nin tamamında kontrolü ele geçirmiş ve diğer tüm güçleri etkisiz hale getirmiş olması gerekli. Ya da tüm tarafların, bir masanın etrafına oturup, Suriye’nin geleceğini planladıkları bir barış anlaşmasına imza atması gerekli. Şimdiye kadar ne bir grup tüm Suriye’de kontrolü sağlayabildi, ne de savaşın tüm tarafları bir masada oturup barış anlaşması imzalayabildi. Şuan Suriye topraklarında bulunan her grubun, Suriye için kendisine göre bir planı var. Hiçbir grubun da diğer tüm grupları bir araya getirip anlaşabileceği bir planı yok. Bugün çatışmaların sona erdiği topraklarda, yarın büyük bir savaş başlayabilir. Ya da bugün sakin görünen topraklarda bir anda silahlar yeniden çekilebilir. Bunun olmayacağının garantisini verecek bir istikrar ortamı yok Suriye’de.
-ENKAZ-
Türkiye’nin kontrolünde olan güvenli şehirler var. (Azez, Afrin, Soran, Aktarin, Cerablus ve El Bab)… “Suriyeliler buraya gitsinler, buralarda savaş yok” diyoruz. Fakat bütün sorunlar, bu şehirlerde savaş olmaması ile çözülüyor mu?
3,6 milyon Suriyeli için oturacak ev var mı? 0-18 yaş aralığındaki 1,6 milyon Suriyeli çocuk için ilkokul, ortaokul, lise, üniversite var mı? Bu okullarda eğitim verecek öğretmenler var mı? Hastalar için hastane, ilaç, doktor var mı? Bu kadar insanın gıda ihtiyacı nereden ve ne şekilde karşılanacak? Bu kadar insan hangi işte çalışacak ve hayatını devam ettirebilmek için nasıl para kazanacak? İçme suyu, elektrik, kanalizasyon, ısınma, iletişim, ulaşım gibi temel ihtiyaçlar, bu kadar insan için nasıl karşılanacak? “O zaman hepsi bir anda gitmesin, yavaş yavaş gönderelim” desek bile, tüm bu temel ihtiyaçlar için maddi kaynağı kim sağlayacak?
“Savaş bitti, gitsinler” demek işin kolay kısmı. Ama bir ailenin oraya gidebilmesi için, her türlü yaşam koşulunun oluşturulması gerekiyor. Aksi halde bu kadar insanı bu bölgelere göndermek, savaşın en sert dönemlerinde onlara yüz çevirenlerin yaptığı kadar acımasız bir hareket olur.
-SORULAR-
Her Türk insanının, memlekete gidip, köye bir ev yapma hayali vardır. Her bayram tatilinde memlekete gittiğimizde bu hayalimizi daha da büyütürüz, ama nedense bir türlü gerçekleştirmeyi başaramayız. Bunun için birçok sebebimiz vardır. Çünkü asgari ücret de olsa, her ay maaş aldığımız işimizi bırakıp köyde hayvancılık ya da tarımla uğraşamayız. Çünkü çocuklarımızın okulu vardır, iyi bir eğitim almaları ve üniversiteye gitmeleri gerekir. Çünkü kira da olsa, başımızı sokacak bir evimiz vardır ve bu ev; markete, okula, hastaneye, otobüs durağına, sevdiğimiz kafelere, sinemaya yakındır. Musluğundan her daim su akar. İnternet, elektrik, telefon ve televizyonumuz her zaman çalışır durumdadır.
Savaş olmadığı halde, bizim bile memlekete “gideme-mek” için bir çok sebebi-miz varken, Suriyeliler, savaş korkusu ile bırakıp geldikleri topraklarda, yıkılan evlerinin, ölen akrabaları-nın olduğu yerlerde bu tür imkansızlıklarla nasıl yaşayacaklar?
-NE ZAMAN?-
Suriye’de ne zaman savaş biter, güven ve istikrar ortamı yeniden tesis edilirse, o zaman insanlar geri dönmeyi düşünürler. Çatışmaların son bulduğu yerlerdeki belirsizlikler de net olarak giderilmeli ve insanlara, yaşam alanları oluşturulmalıdır. Ancak bu şekilde olursa, insanları geriye döndürebiliriz.
-SON SÖZ!-
Mülteciler Derneği Sosyal Medya Sorumlusu Ahmet Selman Özdemir’in bu çarpıcı ve yerinde değerlendirmesini bir vatandaş noktalasın ve aslında bu tür soruları Antakya özelinde Hatay’da neden bu kadar dillendiriyoruz, onun altını çizsin ve ardından biraz düşünelim! İşte ifade edilen…
“Gidebiliyorlarsa, dönmesinler… Bunu söyleyen o kadar çok ki! Aslında bu nedir biliyor musunuz? Nefret söylemi! Biriken öfkenin bizdeki karşılığı! Ama bu hale nasıl geldik, nasıl getirildik, bunu da iyi düşünmek gerek. Çünkü aynı durumda, Allah korusun, bizler de olabilirdik. Bunun bir garantisi var mı? ‘Bize bir şey olmaz’, demek mümkün mü? Değil! Ama dürüst de olmak gerek… Belediye seçimlerinde, Suriyeliler üzerinden siyaset propagandası yapmadık mı? Mazlum bir kesim için konuşurken, düşünün ki, bu kenti yönetmeye aday biri seçim sırasında ‘sürekli ürüyorlar’ ifadesini kullandı! Sanki kedi, köpekten bahsediyor! Bu durum, insan olanı utandıran ifadeler, ama aynı zamanda da korkutan. Anlayacağınız, bugün bu kadar soru varsa eğer, asıl sahiplerine sormak lazım, geldiğimiz hali! Memnunlar mı, en çok da bunu! İnsanları birbirine düşman eden ifadelerle ellerine ne geçti, biraz da bunu!” Tamer Yazar-AA