Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Odağımızda Hatay var…

Hatay ve Mülteci kadınlar!

Hatay ve Mülteci kadınlar!

Pınar Yıldız: “Mersin ve Hatay, Türkiye’de mülteci nüfusunun yoğunluklu olarak yaşadığı iller arasında. Bu ortak özelliğin yanı sıra, her iki ilin de farklı etnik ve kültürel yapıya sahip olması, proje uygulama alanı olarak Mersin ve Hatay’ı seçmemizde belirleyici oldu.”

14-15 Eylül’de Ankara Kadın Çalışmaları Derneği tarafından Antakya’da düzenlenecek olan ‘Yerel Medyada Mülteci Kadınlar: Hak Odaklı Habercilik’ Atölyesi öncesinde, Dernek çalışanları Ceren Salmanoğlu, Pınar Yıldız ve Ülker Şener ile mevcut tabloyu konuştuk. ‘Mülteci’ ana başlığında; kadınları, yaşanan sorunları, çokça halının altına süpürülenleri, medyanın bu konuda tercih ettiği dili ve daha fazlasını masaya yatırmayı hedefleyen Atölye çalışmasının odaklandığı illerden Hatay’da yanı başından geçip gittiğimiz ‘yüzbinlerce’ sığınmacıya (mülteci-göçmen-misafir) yönelik merak edilenler için başlayalım o zaman…

Yerel Medya’da Mülteci Kadınlar-Hak Odaklı ‘habercilik’ başlığı altında Antakya’da gerçekleşecek bir toplantı için hazırlıklarınızı sürdürüyorsunuz. Bu toplantı bir proje temelinde ilerliyor ve çalışmalar da iki ili hedef alıyor. Peki, neden Hatay ve Mersin?

Pınar Y. : Öncelikle projeden kısaca bahsetmek isteriz. ‘Mülteci Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı: Medya Dilini ve Zihniyetleri Değiştirebilmek’ başlıklı projemiz, esas olarak mülteci kadınlara yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarını güçlendirmeyi amaçlıyor. En fazla göç alan ülkelerden biri olan ve birçok uluslararası sözleşmeye taraf olan Türkiye’de, kadın mültecilerin ihtiyaçlarını karşılayacak politikalar geliştirme ve uygulama konusunda eksiklikler yaşanıyor. Oysaki kadınlar, savaş ve göç hareketlerinin olumsuz sonuçlarından en çok etkilenen gruplardan biri. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye’de 3 milyonu aşan sığınmacı nüfusun yaklaşık %80’ini kadınlar ve çocuklar oluşturmakta iken, sadece kadın Suriyeli mültecilerin oranı % 46.8. Tam da bu nedenle, projeyi yazarken mülteci kadınların “kadın” ve “mülteci” olmaktan kaynaklanan özgül koşullarını göz önünde bulunduran bir perspektiften hareket ettik. Özgül koşulları kavrayarak, mülteci kadınların hakları konusundaki bilgi eksikliğinin, hem mülteci kadınlar hem de kadın örgütleri açısından giderilmesi ve bu hakların kamuoyunda daha fazla görünürlük kazanmasının, mülteci kadınlara yönelik şiddetle mücadele açısından oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle de Nisan ve Mayıs aylarında, Hatay ve Mersin’de mülteci kadınlarla, yerelde ulaşabildiğimiz ve davetimizi kabul eden mülteci ve kadın örgütleriyle birlikte üç günlük bir atölye çalışması gerçekleştirdik. Mülteci kadınların kendi sözü ve tanıklıkları aracılığıyla sorunları ve çözüm yollarını konuştuk. Amacımız, kadın mülteciler ile ev sahibi ülkede yaşayanlar arasında toplum odaklı çözüm koşullarının ortaya çıkabilmesi için, bu alanda mücadele yürüten kadın ve mülteci örgütleri arasında işbirliğinin güçlenmesi ve ortak bir mücadele hattının oluşturulmasıydı. Bu amaç doğrultusunda gerçekleşti-receğimiz etkinliklerden biri de ‘hak odaklı habercilik atölyesi’… Zira bu işbirliğinin ve hak ihlalleri ile mücadelenin önemli bir diğer ayağını da medya oluşturuyor. Bu toplantıda, mülteci, kadın dernekleriyle ve yerel medya çalışanlarıyla bir araya gelerek çözüm yollarını konuşmayı umuyoruz.
Mersin ve Hatay, Türkiye’de mülteci nüfusunun yoğunluklu olarak yaşadığı iller arasında. Bu ortak özelliğin yanı sıra, her iki ilin de farklı etnik ve kültürel yapıya sahip olması, proje uygulama alanı olarak Mersin ve Hatay’ı seçmemizde belirleyici oldu.

Hatay’da ortalama 500 bin ya da daha fazla sayıda Suriyeli sığınmacı-mülteci-misafir bulunuyor. Aslında onları isimlendirme konusunda ciddi açmazlarımız var. Yaşanan sorunların temelinde de bu mu var?

N. Ceren E.: İnsan olmanın asgari koşullarının bile ortadan kalktığı bir şiddetin, savaşın sonucu evlerini, ülkelerini, sevdiklerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin nasıl adlandırılacağı konusunda ortaya çıkan açmazın, hem yaşanan sorunların bir nedeni hem de bu sorunların bir yansıması olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye, başlangıçta, Nisan 2011’den itibaren ülkeye girişleri-ne kitlesel olarak izin verilen Suriyeli mültecileri, ulusal hukukta ve uluslararası hukukta hiçbir terminolojik karşılığı olmayan “misafir” sözcüğüyle tanımlamayı tercih etti. Adlandırmaya ilişkin bu belirsizlik, kuşkusuz Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki hukuksal konumları ve insan hakları açısından sorunlar yaratıyor. Ne yazık ki medya da Suriyeli mülteciler için “misafir” tanımlamasını kullanarak, var olan bu belirsizliği sürdürdü.

Medya’ya nasıl bir görev düşüyor, yaşanan sorunları kamuoyuna yansıtma konusunda? Sanırım burada ‘habercilik dilinden’ bahsediyoruz! Doğru mu?

N. Ceren S.: Özellikle 2011 sonrası yoğunlaşan çatışmalar ile milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye göç etti. Göçle birlikte Suriyelilerin -mültecilerin- statüsü, toplumsal kabul ve toplumsal dışlama tartışmaları kamuoyunun önemli gündemlerinden biri. Tam da bu noktada kamuoyu oluşturma ve yönlendirme gücüyle medya önemli bir rol üstleniyor. Medyanın bu rolünü olumlu ve olumsuz anlamda iki yönlü düşünebiliriz: Medyada mültecilere dair ayrımcılık ve nefret söylemlerinin dolaşıma girmesi, topluluklar arası ön yargıların oluşmasına veya var olanların pekişmesine neden olabilir. Örneğin medyada Suriyeli mültecilere yönelik dolaşıma giren “kaçak”, “suçlu”, “dolandırıcı” vb. olumsuz temsiller, var olan sorunları pekiştirdiği gibi, yeni hak ihlallerine zemin sunuyor. Ancak medya, toplumsal ön yargıların üretilmesine ve yayılmasına neden olabileceği gibi, bu ön yargılarla mücadelede etkili bir araca da dönüşebilir. Toplumsal uyum ve kültürlerarası diyalogun gelişmesine katkı da sağlayabilir.
Pınar Y.: Medya, ötekileştirilen ve dezavantajlı konumda olanlar için bir mücadele alanı olduğu kadar aynı zamanda bir mücadele aracıdır. Bu anlamda, mültecilere yönelik ayrımcılığı önlemede ve onunla mücadele etmede medya etkili bir araca dönüşebilir. Bu projenin amacı özelinde ifade edersek, söz konusu mülteci kadınlara yönelik şiddet olduğunda, mülteci kadınların “kadın” ve “mülteci” olmaktan kaynaklanan özgül koşullarını göz önünde bulunduran ve mültecilerin sesine adil ve sorumlu bir şekilde yer veren bir habercilik pratiği, hem toplumsal barışa katkı sağlayabileceği gibi hem de yaşanan sorunlara müzakere ve çözüm yolları sunacaktır. Bir başka ifadeyle, medya, aynı zamanda ayrımcılığı önlemek ve onunla mücadele etmede ve mültecilerin sesini duyurmada, kendilerini anlatmaların-da etkili bir araç olabilir.

Buradaki çalışmanın başlığında ‘mülteci kadınlar’ var! Kadına ilişkin sorunların çözümü noktasında kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, uluslararası kuruluşlar, meslek kuruluşları ve odaları, sendikalar, üniversiteler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği ve ortaklık yapan bir derneksiniz. Peki, buradaki ilgili kurumsal kimliklerden beklentiniz nedir?

Ülker Ş.: Projede işbirliği yaptığımız temel gruplardan biri, mültecilerle çalışma yapan sivil toplum örgütleri ve özellikle de kadın örgütleridir. Bu kapsamda, Hatay’da, 5 Haziran 2018 tarihinde STK’lara yönelik bir atölye çalışması gerçekleştirdik. Yine, Mart 2018’de, mülteci kadınların katılım sağladığı, 3 gün boyunca kadına yönelik şiddet ve destek mekanizmalarının toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle ele alındığı atölye çalışmasına 25 mülteci kadın ve Hatay’da mültecilerle çalışan STK’lar ve kadın örgütleri katılım sağladı.
Hatay’da yapılan atölye çalışmalarında, kadın örgütleri, sorunun ciddiyetini biraz geç fark ettiklerini ifade etmekle birlikte, son dönemlerde mülteci kadınlarla bir araya gelme, ortak iş yapma konusunda yaptıkları çalışmalardan bahsettiler. Örneğin birlikte film izlemek, piknik yapmak gibi… Biz de bu tip bir araya gelişlerin, önyargıların ve kalıp yargıların kırılması, ayrımcılıkla mücadele edilmesinde önemli olduğunu düşünüyoruz. Kısacası, deneyimler, ayrımcılıkla mücadelede temel öznenin sivil inisiyatifler olduğunu söylüyor. Mülteci kadınların toplumla entegrasyonu, birey olarak ortaya çıkması, sözünü söylemesi bu inisiyatifler sayesinde mümkün oluyor. Bundandır ki, projede kamudan ziyade STK’larla bir arada olmayı önemsedik. Bununla, kamu kurumlarının önemsiz olduğunu söylemiyoruz. Sadece, projenin önceliği bu oldu, sivil inisiyatiflerle bir arada olma ve ortaklık kurma…

Medyanın ‘mültecilere yönelik’ haberlerine bakıldığında, gördüğünüz temel olumsuzluk nedir?

N. Ceren E.: Medyada, mültecilerin temsiline ilişkin, hem akademik hem de hak örgütlerinin yayımlamış olduğu çok sayıda çalışma var. Bu çalışmaların önemli bir bölümü, medyada mültecilere yönelik nefret söylemine varan nitelikte olumsuz söylemlerin varlığına dikkat çekiyor, yerel ve ulusal basında Suriyeli mültecilere yönelik haberlerde hak odaklı yaklaşımın eksikliğini ortaya koyuyor.
Yaygın medya, çoğunlukla mültecileri genel bir kategori olarak işaretliyor, hedef gösteriyor ya da görmezden geliyor. Mülteciler, haberlerde, “Suriyeliler” ifadesiyle homojen bir grup olarak temsil ediliyor. Onların tanıklarına, hikâyelerine çok az rastlıyoruz medyada. Yine genellikle, mültecileri “sorun” gören bir bakış açısı ile yapılan haberlerle karşılaşıyoruz. Mülteciler; ekonomik, toplumsal ya da güvenlik tehdidi olarak sunuluyor. Bu tür haber içerikleri de birlikte yaşayabilme ve kültürlerarası diyaloğun gelişmesine engel oluyor.

Suriye’yi temel alırsak eğer… Savaşın ve göçün sonuçlarını çocuklarla birlikte en acı biçimde yaşayan kadınların, içinde bulundukları çaresizliğin ve maruz kaldıkları ayrımcılığın medyada yeterince yer aldığını söylememiz sanırım zor. Bu da, perde arkasında biriken sorunlar demek. Özellikle de cinayet, fuhuş, tecavüz, evlilik ve kumalık hikâyeleri içinde! Hatay tablosuna baktığınızda size yansıyan kısmında ne var peki?

N. Ceren E. : Ne yazık ki, yaygın medya, mülteci kadınların sesine ve tanıklıklarına yeterince yer vermiyor. Mülteci kadınların yaşadıkları sorunlara ya da başarı öykülerine çok az örneklerde rastlıyoruz. Mülteci kadınların, hem genel olarak hem de yerelde yaşadıkları sorunlar hakkında bilgi kaynaklarımız da çok sınırlı. Hak örgütlerinin veya uluslararası örgütlerin raporları aracılığıyla bilgiye, kadınların hikâyelerine ulaşabiliyoruz. Bu raporlardan ve yine bu proje aracılığıyla bir araya geldiğimiz mülteci kadınların anlatılarından biliyoruz ki, Türkiye’de Suriyeli kadın ve kız çocukların yaşadıkları sorunlar çok çetrefilli ve bu sorunlar kamuoyunda yeterince tartışılmıyor, etkili çözüm yollarının, politikalarının oluşumu yönünde baskı oluşmuyor. Örneğin Türkiye’deki kamplarda ve kamplar dışında yaşayan Suriyeli mülteciler arasında aile içi şiddet, erken yaşta evlilik ve çok eşli evlilikler sıklıkla yaşanıyor. Şiddete uğrayan mülteci kadınların başvurabileceği sosyal destek hizmetleri yetersiz. Sığınaklara başvurduklarında ise kabul edilmediklerine ya da yer bulamadıklarına dair fazlasıyla veri var. Kuşkusuz, mülteci kadınların yaşadıkları sorunlar, Türkiye’de kadına yönelik şiddet olgusundan ve buna yönelik politikalardan bağımsız düşünülemez.
Pınar Y. : Hatay’da Mayıs ayında gerçekleştirdiğimiz atölyeye katılan mülteci kadınlar, kadın ve mülteci örgütlerinin aktarımından yola çıkarak, Hatay’daki durumun genel tablodan farklı olmadığını söyleyebiliriz. Mülteci kadınlar için ne yazık ki iç açıcı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Kadınlar; cinsel istismara, güvencesiz ve düşük ücretli çalışmaya zorlanıyor, küçük yaşta zorla evlendiriliyor ve haklarından mahrum bırakılıyor. Mülteci kadınların sorunlarını Türkiye’deki kadın sorunundan bağımsız düşünemeyiz. Bu nedenle ortak bir mücadele ve dayanışma hattı geliştirmek son derece önemli. Bu konuda da medyaya önemli görevler düşüyor. Ayrımcı ve ötekileştiren bir dil yerine, halklar arasındaki ön yargıları yıkacak, dayanışmacı ve hak odaklı bir habercilik pratiğine ihtiyacımız var.

Bir derneğin bu noktadaki bir analizinde şu cümle dikkatimi çekmişti… “Basının, mülteci kadınların içinde bulundukları gerçekliği anlamlandırma biçiminin, bu kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunların ve istismarın bir parçasını oluşturduğunu düşünüyoruz.” Haklılık payı var mı?

N. Ceren E. : Kesinlikle. Türkiye’de yaygın medyanın mülteci kadınların yaşadıkları sorunları, Türkiye’de verdikleri yaşam mücadelesini, göçün beraberinde getirdiği sorunları nasıl deneyimlediklerini anlamlandırma biçimi, okuyucu ve izleyicinin mülteci kadınlarla kurduğu ilişkilenme biçimini de etkiliyor. Suriyeli kadınlara yönelik medya yoluyla dolaşıma giren olumsuz temsiller mülteci kadınların iş yerinde, evde ya da sokakta yaşadığı şiddeti meşrulaştırıyor, ona zemin sunuyor.

Bu anlamda, ciddi projeler bazında çalışmalarınız da var sanıyorum. Ama merak ettiğimiz şey, Hatay’ı da içine alanlar ya da salt Hatay’a odaklananlar… Var mı bu yönde atılan adımlar, geliştirilen projeler, ki özellikle de mülteci kadınları merkezine alan?

Ülker Ş. : Kadın Çalışmaları Derneği olarak, önümüzdeki dönem Hatay’daki kadın örgütleriyle birlikte mülteci kadınları temel alan çalışmalar yapmayı planlıyoruz. Özellikle kadının güçlenmesi, konusuna ağırlık vereceğiz.
Ancak hali hazırda Hatay’da çalışmalar yapan STK’ların olduğunu ve bunların iyi çalışmalar yaptığını da söylemek isteriz. Antakya Kadın Dayanışması ve Hatay Kadın Platformu, mülteci kadınların dahil olduğu, özne olduğu etkinlikler gerçekleştiriyor. Platformun bileşenleri, bizim çalışmalarımıza da destek verdi. Yine Hayata Destek Derneği’nin Hatay’da Destek Evi’nde yaptığı çalışmalar var. Hayata Destek, Hatay’da yürüttüğümüz çalışmalarda yanımızda oldu. Bu vesileyle, platform bileşenlerine, Hayata Destek Hatay ekibine de teşekkür etmek isteriz.