Metin Celal, 23 Ağustos Çarşamba günü Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşe yazısında yazdı: İstanbul Ataşehir Belediyesi “Bu takside Kitap var.” adıyla bir kampanya başlatmış. Bu kampanya çerçevesinde 1000 taksiye roman, şiir, öykü, kişisel gelişim kitapları konulmuş.
Belediyenin amacı vatandaşların trafikte geçirdiği zamanı kitap okuyarak değerlendirmeleri için ilçedeki tüm taksileri mini bir kütüphaneye çevirmektir.
Başta Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi olmak üzere projede emeği geçenleri yürekten kutluyorum.
Değişik kentlerde projenin farklı biçimlerini gördüm. Örneğin Giresun Belediyesi çok merkezi bir yerde binlerce kitabın yer aldığı bir kütüphane oluşturmuş. İsteyen kitabı alıyor okuduktan sonra, kitabı yerine koyuyor.
Susurluk Belediyesi, otobüs duraklarında mini kitaplıklar oluşturmuş. Kitaplıkta şu ibare var: “Al götür, oku getir.” İnsanlar kitabı alıyor, işi bitince de herhangi bir otobüs durağında bırakıyor.
Bundan birkaç yıl önce, ATSO, DSİ Parkı’nda binlerce kitabın yer aldığı bir kütüphane açmıştı. Birkaç kez ben de eşimle birlikte parkta oturup kitap okumuştuk.
Sanat dostu Emine Nisani gençlerden oluşan güzel bir grup kurmuş ve haftada bir kez kahvelerde kitap okuma seansları yapmaktadır. Batıda her yaştaki insan, otobüs durağında, metroda, parkta zamanını kitap okuyarak geçirmektedir. Ya bizler, telefonumuzu elimizden düşürmüyoruz.
Yine son zamanlarda, belediyelerin kitap toplayıp okullara hediye ettiklerine tanık oluyoruz.
Bunlar çok güzel girişimler. Lakin burada kötü olan, kitapların geri dönüşü olmuyor. Bir de bu konuda duyarlı olsak ne güzel olacak.
Şu bir gerçek ki, ülkemiz kitap okuma oranı en düşük ülkeler arasındadır. Örneğin, bir Japon, yılda ortalama yirmi beş kitap okuyor. Türkiye’deyse altı kişi bir kitap okuyor. Bu durum, benim gibi sizleri de üzüyordur.
Gelişmiş ülkelerde bir kitap yüz binlerce basılıyor. Türkiye’de bin adet basılıyor. Hatta şiir kitapları 400-500 adet basılıyor. Sınırlı basılan kitabın tüketimi de yıllar alıyor. Gazeteler okunmak için değil, şöyle bir bakılmak için alınıyor.
Uzmanlar uyarıyor: Türkçe tehlike çanları çalıyor… Gençler kitap okumuyor, sözcük dağarcıkları azaldı. Kendilerini ortalama 200-300 sözcük ile ifade eder oldular. Gelişmiş ülkelerde öğrencilerin sözcük dağarcığı ilköğretimde 2000, Türkiye’de 300-400, ortaöğretimde 5000, Türkiye’de 2000- 2500 sözcükten oluşmaktadır. Türkçe’deki 100 bin sözcükten yalnızca 300-400’ünü kullanarak kendini ifade eden gençler bu duruma nasıl geldi? Test üzerine kurulu ezberci eğitimin elbet sorgulanması gerek.
Köy Enstitülerinde serbest okuma saatleri vardı. Bu saatlerde öğrenciler yerli, yabancı yapıtları okur, tartışırlardı. Bir öğretim yılında öğrenci ortalama 30- 35 kitap okurdu. Bu şekilde öğrenciler okumaya ve yazmaya özendirilirdi.
Kitap okumanın önemiyle ilgili çok söz söylenmiştir: Örneğin, Ovidius, “Gençliğini kitapla beslemeyen ulusların sonu acıdır”, Yavuz Sultan Selim, günde sekiz saat okurmuş. Katip Çelebi, “Mumlar tükenir, güneş doğar, ben hâlâ okurdum”, İbn-i Sina, “Gecelerim hep okumakla geçerdi.” Ali Emiri: “Lamba ışığında kitap okuyarak sabahlardım”
Hataylı Ozan Ali Yüce: “Bir gramcık bilgi için/Tırmanmadık yokuş koymadım ben/ Saç döktüm ömür tükettim/ Öğrenmeye doymadım ben…” diyor.
Suut Kemal Yetkin, “Dünyada hiçbir dost insana kitaptan daha yakın değildir.” diyor. Uygarlıklara giden bir köprü olan kitap okumayı temel alışkanlıklarımız arasına alalım. Okuyalım. Kitaplarla dostluklar kuralım. Kitaplarla kuracağımız sıcak dostluklar bizi çağa taşıyacak, her alanda donanımlı kılacaktır.