Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Taliban ile görüşülüyorsa…

Esad ile de görüşülebilir…

Esad ile de görüşülebilir…

Hatay kökenli Diplomat Namık Tan, Türkiye’nin Suriye politikalarını ele alırken, çözüm için Ankara ve Şam’a işaret etti. “İlk bakışta çıkış yolu, Suriye rejimi ile doğrudan temas kurmak gibi görünüyor. Ancak bunun iç politikada getireceği ağır maliyeti, Hükümet üstlenmeye cesaret edemiyor.”

10. seneyi geride bırakan Suriye iç savaşı, muhaliflerin biriktiği son adres konumundaki, Hatay’a komşu İdlib kentini izliyor. Milyonlarca Suriyelinin evlerinden, topraklarından olduğu, başka ülkelere sığındığı tablonun Cenevre görüşmelerinde ise Suriye Anayasa tartışmaları var. Şam Yönetimi ile Muhaliflerin katıldığı buluşma “anlaşma” haberleri ile sonuçlanırken, konu, Türkiye iç politikasında “bundan sonrası…” başlığında tartışılmaya devam ediliyor.
400 bini aşkın Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Hatay’ı da yakından ilgilendiren “bundan sonrası…” başlığında konuşan isim ise yine bir Hatay kökenli diplomat, Namık Tan oldu. Tan, bu konudaki değerlendirmelerini, yetkinreport.com adlı haber sitesi için yaptı.
-SORULAR!-
Bu konudaki tespitlerine dair, “Bir ara Suriye ile aramızda su sızmazken, çok kısa bir zaman zarfında nasıl ve neden düşman komşular haline geldik? Kriz patlak verdiğinde, meseleyi nasıl yöneteceğimize dair somut bir siyasi planımız, programımız ve bir çıkış stratejimiz var mıydı? Meselenin, zaman içinde, özellikle Türkiye açısından vahim boyutlara ulaşma riskini barındırdığı hiç düşünülmemiş miydi? En önemlisi, Suriye meselesine müdahil olma uğruna Cumhuriyet tarihi boyunca özenle korumaya çalıştığımız akılcı ve gerçekçi dış politikadan uzaklaşmamıza değer miydi?” sorularını soran deneyimli Diplomat Namık Tan’ın dikkati çeken değerlendirmesi ara başlıklar halinde şöyle:
-NASIL BAŞLADI?-
Suriye’de rejim karşıtı gösteriler, ülkenin güneyindeki Dera ilindeki bir grup öğrencinin, okul duvarına “Ey doktor (Devlet Başkanı Beşar Esad’ı kastederek), şimdi sıra sana geldi” sloganını yazmasıyla, 15 Mart 2011’de başladı ve kısa zamanda ülke sathına yayılarak halk ayaklanmasına, bir süre sonra da iç savaşa dönüştü.
O günlerde ülkemizi Washington’da temsil etmekteydim. Büyükelçilik görevimin sona erdiği 2014 yılı Mart ayına kadar da Hükümetimizin Suriye konusunda ABD makamları ile yürüttüğü birçok kritik görüşmede hazır bulundum.
Daha iç savaşın yoğun şekilde devam ettiği 2012 ilkbahar aylarında, Suriye meselesinin Türkiye için büyük bir maliyet oluşturacağı açıkça görülmekteydi. Büyükelçiliğimizin bu istikametteki değerlendirmelerini ve uyarılarını merkeze rapor halinde gönderdiğimizi, bu çerçevede Suriye’nin Türkiye’ye mücavir bölgelerinin “Afganistan’a dönüşme riskinin bulunduğunu” vurguladığımızı çok iyi hatırlıyorum. Ancak o dönemde Türkiye’de çok farklı beklentiler vardı. Sadece Washington’dan değil, birçok önemli dış temsilciliğimizden gelen benzer uyarılara aldırış edilmiyordu. Zira Hükümet, arka bahçesi olarak gördüğü Suriye’de kendine müzahir Sünni bir yönetim oluşturabileceği düşüncesindeydi. Her ne kadar meseleye, terör bağlamında güvenlik kaygılarıyla yaklaştığını öne sürüyorsa da, aslında Hükümetin politikalarına ideolojik bir bakış açısı hâkimdi.
-BATAKLIK!-
Suriye’nin, Türkiye için bir bataklığa dönüştüğü, benim emekliliğimi istediğim 2014 yılında gün gibi aşikârdı. Meselenin, Türkiye’nin tek başına yönetemeyeceği boyutlara ulaştığını, dost-düşman herkes biliyordu. Ancak, Hükümet ısrarla hayâl peşinde koşmayı sürdürdü. Çünkü kendisi için bütün çıkış yollarının kapandığını bir türlü kabullenmek istemiyordu.
-KOBANİ!-
Türkiye’nin Suriye politikasında en önemli hatası, kanaatimce, Suriye’de, PKK kontrolünde Kürt devleti fobisi yüzünden Kobani kuşatması sırasında sergilediği ikircikli tutumdur. Bu yüzden Türkiye, Suriye’deki Kürtleri adeta ABD’nin kucağına itmiş oldu.
-ANLAMAK!-
Sadece Suriye meselesinde değil, diğer dış konularda da Türkiye’nin ne yapmak istediğini artık pek kimse anlayamıyor. Türkiye, net bir vizyonu olan ülke olarak görülmüyor. Ekonomik bakımdan da sıkışmış durumda! Dışarıdan beklenen yatırımlar gelmiyor. Başta İsrail ve Mısır olmak üzere, aramızın bozuk olduğu ülkelerle ilişkilerimizi düzeltmek amacıyla yaptığımız girişimlerden bir türlü sonuç alamıyoruz.
Bu çerçevede hükümet, bu yılın başından itibaren, kavgacı ve çatışmacı politikaları terk etme arayışına girdi. Söylemler nispeten yumuşatıldı, beden dili değiştirildi, ama istenen sonuç bir türlü alınamıyor. Zira uluslararası ilişkilerde güven duygusu bir kere kaybolunca, tekrar yerine getirilmesi maalesef uzun zaman alıyor.
-TALİBAN ÖRNEĞİ!-
Türkiye, içinde bulunduğu sıkışmışlıktan kurtulabilir mi? Bu soruya olumlu cevap vermek hiç de kolay değil. İlk bakışta çıkış yolu, Suriye rejimi ile doğrudan temas kurmak gibi görünüyor. Ancak bunun iç politikada getireceği ağır maliyeti Hükümet üstlenmeye cesaret edemiyor. Bunun yerine, Suriye meselesini yeni bir askeri operasyon başlatma tehdidinde bulunmak suretiyle, tabanını konsolide etmek için kullanmaya çabalıyor. Arap aleminin dahi Suriye’ye yönelik politikalarını büyük ölçüde yumuşattığı, ABD’nin de yumuşama sinyalleri verdiği bir dönemde, Türkiye’nin Suriye’ye katı tutumunda kararlı görünmesine dışarıdan bakanlar anlam veremiyor.
Esad’ın ülkesini büyük felâkete sürüklediğini ve binlerce masum insanın hayatını kaybetmesine yol açtığını görmezden gelmek mümkün değil. Ancak Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin de her türlü siyasi değerlendirmenin önünde geldiğini kabul etmemiz gerekiyor.
Nitekim aynı Esad gibi, binlerce masum insanın ölümünden sorumlu olan ve çağdışı zihniyete sahip Taliban ile masaya oturmaktan çekinilmiyorsa, Suriye rejimi ile de görüşülmesi pek âlâ mümkündür. Öyle ki, Hükümet, Türkiye’nin çıkarları gerektirdiği için, üyelerinden birçoğu teröre destek verdikleri gerekçesiyle BM’nin yaptırım listesinde bulunan Taliban heyetini Ankara’da resmî protokolle ağırlamaktan çekinmedi. Hatta Taliban ile görüşen heyetimize bizzat Dışişleri Bakanı başkanlık etti. Kısacası, çıkarlarımız gerektirdiği için dış politikamızda akılcı ve öngörülebilir olmaktan dahi taviz verebildik.
-NE YAPMALI?-
Kendi halkı ve yurt dışındaki muhatapları nezdinde güven oluşturamazsa, Türkiye’nin, içinde bulunduğu cendereden kurtulması çok zordur. Türkiye’nin, bir an önce, halkının refah ve mutluluğunun teminat altına alınmasına odaklanması, kavgacı ve çatışmacı politikaları terk etmesi ve bundan on yıl kadar öncesine kadar olduğu gibi, yumuşak güce öncelik veren bir politikaya dönmesinde zaruret vardır.
Türkiye, akılcı ve uluslararası sisteme uygun davranmalıdır. Dost ve müttefikleri başta olmak üzere, uluslararası camia, Türkiye’den, tereddüde mahal bırakmayacak şekilde pozisyonunu belirlemesini bekliyor. Türkiye’nin yeri Batı’dır. ABD’nin, Rusya ve Çin’i açıkça hasım olarak belirlediği ve yeni nesil soğuk savaşın ayak seslerinin duyulmakta olduğu bir dönemde, Türkiye’nin muhataplarına bu istikamette güven vermesi, dostlarından güven bulmasını da sağlayacaktır.   -Tamer Yazar-