Az gelişmiş ülkelerde, sandık sonuçlarını önemli ölçüde ekonomik gidişat etkiler. Özgürlükler, yargı bağımsızlığı, çoğulcu demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile uygulanmaması tek başına seçimlerin kaderini belirleyecek faktör olarak görülmez.
Oysaki gelişmiş ülkelerde bunun tamamen tersi olur.
Yaklaşık 70 yılı aşkın bir süredir ülkemiz çok partili bir yaşam sürecine girmiştir.
Bu süreç içerisinde inişler, çıkışlar olmuş, uçuruma yuvarlanma tehlikeleri baş göstermiş ise de tamamında demokrasiye bağlılık anlayışı üstün gelmiş ve bu nedenle de zaman zaman kör-topal da olsa özgürlükçü, demokratik parlamenter cumhuriyet rejimi varlığını sürdürmüştür.
24 Haziran’a bir aydan az bir süre kaldı.
Bilindiği gibi 24 Haziran da sadece milletvekili ve cumhurbaşkanı seçilmeyecek, aynı zamanda parlamenter rejim ile tek adam yönetiminin oluşmasını sağlayacak olan başkanlık sisteminin de oylaması yapılacaktır.
Bu nedenle 24 Haziran seçimleri Türk demokrasisi açısından, ülkemizin geleceği, yarınlara umutla bakılabilmesi açısından da büyük bir önem taşımaktadır.
İşte böylesi bir kritik seçim öncesi, ülkemizin siyasal, sosyolojik ve ekonomik tablosuna şöyle bir göz attığımızda nasıl bir görünümün ortaya çıktığını kısaca özetlemeye çalışalım.
Muhalefet kanadı birlik anlayışı içerisinde, kötü gidişe dur deme yolunda elinden geleni yapmaya çalışmaktadır.
İktidar kanadı ise, her şeyin güllük-gülistanlık olduğunu göstermeye çalışarak pembe bir tablo çizme gayretinde. Bunun içinde 16 yıldır tamamen aksini yaptıkları hususlarla ilgili olarak, muhalefet kanadının söylemlerinden kopyalar çekmek suretiyle, vaat üstüne vaat verme yarışında.
Seçmen büyük bir mutsuzluk ve umutsuzluk sarmalı içerisinde kara kara düşünmekte.
Piyasalarda büyük bir karamsarlık ve tedirginlik var.
Başta sanayici olmak üzere, tüm iş çevreleri yarını nasıl en az zararla kapatabileceklerinin hesabı içerisinde.
Esnaf, çiftçi, işçi, memur, dar gelirli yurttaşlar gidişatın hiçte hayra alamet olmadığının ayırdına varmış durumda. İktidarın 24 Haziran’dan sonra yapacağını vaad ettiği iyileştirmeleri, neden 16 yıllık iktidarda oldukları dönemde yapmadıklarını yüksek dille sorgulamak ve vaatlerin inandırıcılıktan uzak olduğuna kanaat getirme durumunda.
Ekonomiden yeterince anlamayan, yada ekonomiden anlayamayanlar tarafından yönlendirilenlerin etkisi ve baskısı ile ekonomik tablonun ters-yüz olduğu, dövizin neredeyse Cumhuriyet tarihinde görülmeyen bir hızla yukarı doğru çıkmakta olduğu bir ortamda iş işten geçtikten sonra alınan kararlardan ve yaşama geçirilen uygulamalardan sonuç itibariyle yine vatandaşın sorumlu olacağı, faturanın yine vatandaşa kesileceği anlayışı belleklere yer etmeye başlamıştır.
Basit bir örnek verelim: Akaryakıta sık sık yapılan zamların seçmen nezdinde oluşturacağı olumsuz etkilerin sandığa yansıyacağının anlaşılması üzerine, seçim sonuna kadar akaryakıt zamlarının pompaya, yani vatandaşa yansıtılmaması ve bu nedenle de bu zamların ÖTV nin aşağı çekilmesi suretiyle devlet hazinesinden karşılanması yoluna gidilmiştir.
Böyle olunca da yük devlet bütçesine, dolayısı ile de yine vatandaşa binecektir.
Bütçe açığını kapatabilmek için vergi artışları yapılacak, zam üstüne zam furyası nedeniyle de özellikle dar gelirli vatandaş, işçi, memur, esnaf, tarım kesiminde çalışanlar en büyük zararı göreceklerdir.
Cari açık giderek artarken bütçe açığı da var gücüyle artmaya başlayacaktır.
Böylece çitte açık gibi sonu büyük sıkıntıların oluşmasına neden olacak bir durum kendini gösterecektir.
İktidar kanadı bunun farkında olduğu için alel-acele baskın seçim kararı almıştır.
Ama seçmen uyanmıştır. Ekonomideki kötü gidişi ve bunun kendisine yansımasının ayırdına varmıştır. Sorumlusunun kim olduğunu görmüş, anlamış ve tespit etmiştir.
Sanıyorum ki bu nedenle de seçmen kararını vermiş, TAMAM deme yolunu seçmiştir.
Seçmenin TAMAM dediği bir ortamda muhalefetin de bu kararın farkına vararak birlik içinde hareket etmesinin zorunlu olduğunu hatırlatıyoruz….
nabiinal@hotmail.com