Tarafsız mı?
“Devletin varlığının bir parti devletine dönüştüğü ‘tek kişilik yönetimde’ yaşadığımız ortadadır” diyen Doç. Dr. Necmettin Çalışkan: “Bugün sorgulanması gereken esas mesele; yeni sistemle birlikte en tarafsız olması gereken yüce makam olarak görülen, saygı duyulan devletin tepesinin bir Partili tarafından işgal ediliyor oluşudur.”
Türkiye’de, parlamenter sistem yerine oturtulan başkanlık rejiminin beraberinde taşıdığı sıkıntılar, bugün hala ciddi anlamda tartışma konusu. Siyasetin yapılış şekli de! Devletin bu anlamda bir ‘parti devletine’ evrildiğini söyleyen isim, Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi, Parti’nin Hatay’daki önemli ve güçlü ismi, Doç. Dr. Necmettin Çalışkan oldu.
Çalışkan’ın bu konudaki dikkati çeken tespitleri ve değerlendirmeleri, ara başlıklar halinde şöyle:
-ASKERİN SELAMI!-
Geçtiğimiz hafta Tunceli’deki bir yerel siyasetçinin görüntüleri, kamuoyunda, deyim yerindeyse infiale yol açtı. İktidar temsilcisi il başkanının, askeri karakolu ziyareti esnasında törenle karşılanması ve askerlerin politikacıya selam durması olarak yansıyan olayın içyüzünü tam olarak bilmiyoruz. Adı geçen şahsın açıklamasına göre, kendisinden sonra gelecek komutanın karşılanacağı, bu nedenle ekibin öyle durduğu şeklinde bir beyanatı oldu. “Kişinin beyanı esastır” düsturunca, bu açıklamaya itibar etmek durumundayız. Nitekim basına yansıyan bu olaydaki diğer icraatların arkası da çorap söküğü gibi geldi. Mesela köy korucularıyla toplantı yapıldığı, onlara teşkilat mensubu gibi davranıldığı, nöbet çizelgelerine müdahale edildiği gibi iddialar; bütün bu yaşananların sorumsuzluk ya da sınırları belirlenmemiş ilişkilerin gayri meşru ürünü olduğu ortadadır. Münferit bir olay üzerinde değiliz, ama bundan yola çıkarak geldiğimiz nokta da ibret vericidir.
-HADDİNİ BİLMEK!-
Kültürümüzde, geleneğimizde, “haddini bilmek” deyimi önemli bir yere sahiptir. Öyle ki, “İslam’ın şartı beş, altıncısı haddini bilmektir” şeklinde klişe bir söylem mevcuttur. Buna karşın insanlar, çoğunlukla kendi değer ve konumuna uygun davranmaz. Aslında had bilmek, bir ağırbaşlılık, büyük erdem ve bilgeliktir.
Bu görüntülerin, aslında yadırganacak pek bir tarafı da yok. Geçmişte de benzer şekilde sığaya çekme, sıraya dizmeye dair pek çok görüntüye şahit olduk. Ne var ki, mafya babalarına korumaların tahsis edildiği, devletin varlığının parti ve yandaşlarına eşitlenmiş olduğu tabloda, bunlar olağan hale geldi.
-DEĞİŞEN FOTOĞRAF!-
Geçmişte, kamu kurumlarında terör örgütlerine gösterilen tolerans, had aşıldığından ve kendilerine çizilen sınırın ötesine geçtiklerinden patlak verdi. Ergenekon, Fetö operasyonları, hatta ‘Çözüm Süreci’ düşünüldüğünde, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Yani hukuk ve adalet çerçevesinde dizayn edilmesi gereken yapılar, birtakım çıkarlar uğruna kişilere veya yapılara teslim edildi.
Maalesef pek çok resmî törende benzer durumlar yaşanıyor. Mesela bir kurumun il müdürü; birinci, ikinci, üçüncü değil, ancak dördüncü sırada kendine yer bulabilirken, valinin yanında milletvekili, onun yanında kadın kolları il başkanı, bitişiğinde gençlik kolları başkanının oturduğu bir dönem yaşıyoruz. Program, mülki erkanın değil, sanki parti kurulunun toplantısı. Yönetmeliklerle belirlenen hiyerarşik yapı, rutin protokol sıralaması alt üst olmuş durumda. Bugün muktedir görünümlü iktidarın kendini tek avuttuğu yer, protokolde ön planda görünmek, fotoğraf çektirirken ön sıralardaki kareye girmek, güzel poz vermek.
Keşke, gerçek muktedir olsalar! Kamunun hiçbirinde olmadıkları halde, sadece halka el sallayacak yerlerde ortaya çıkıveriyorlar.
Evet, bir partinin, hele de iktidarın il başkanı, belli noktada siyasette temsil konumundadır. Bunun ötesinde, bilmem neden sorumlu başkan yardımcısının sekreterinin yeri olmamalıdır. Kamu hukukunu gözetmek ve korumak herkesin görevidir.
-ÇİVİSİ ÇIKTI!-
Diğer acı ve bir o kadar da garip durum ise bir kamu kurumuna yardım için başvuran vatandaşa, siyasi partiden “üyelik kaydınız başarıyla gerçekleşmiştir” şeklinde mesaj geldiği iddiasıdır. Buna dair serzeniş ve şikayetlerin birçok platformda duyulmakta olduğu herkesin malumudur. Bu artık o kadar olağan hale geldi ki, belli bir süre sonra “Acaba bu yaptıklarımıza değer miydi, bu kadar ileriye gidip bunca şımarıklık yapmaya gerek var mıydı?” derler mi? Ülkenin hassas noktalarıyla oynanmamalıdır.
Bugün artık “sistemin çivisi çıktığı” için bu tür olaylar da gayet tabii bir durum gibi karşılanıyor. Bunun neticesinde, mülki erkanın milletvekillerini esas duruşta karşıladığı, il müdürlerinin ilçe başkanlarından talimat aldığı, başhekimin parti yöneticisi karşısında el pençe divan durduğu, ilçe gençlik kolu üyesinin kurum amirlerini fırçaladığı bir dönemi yaşıyoruz.
Devletin birinci sınıf temsilcisi, kırmızı plakalı, bayrak flamalı valilerin bile kimlerle muhatap olduğu pek çok defa bilinmektedir. Aslında bu sadece belli vilayetlere mahsus bir durum değil, genel itibariyle kamu bürokrasisinin geldiği son/dip noktadır. Devlet geleneklerinin çiğnenmesinin getirdiği genel bir sonuçtur.
Böylece, devletin varlığının bir parti devletine dönüştüğü “tek kişilik yönetimde” yaşadığımız ortadadır. Bu durum, işleyişi ve mekanizmaları bütünüyle etkilemiştir. Yetkin kişiler yerine, artık kişilere dayalı devletin varlığı, bir nevi “devlet içinde devlet” mantığına bürünmüş-dönüşmüş durumdadır.
-DUR DENMELİ!-
Aslında bugün sürece tersinden bakacak olursak; Geçmişte yaşanılan olumsuz süreçlerin, aynen ve her geçen gün artarak devam ettiğini, varlığından büyük bedeller ödeyerek kurtulma mücadelesi verdiğimiz yapıların yeni renk ve formatlarla, farklı kişiliklerle filizlendiğini görürüz. Tekrar başa dönmemek ve pişman olmamak için artık bu yaşananlara “dur” denmelidir.
-SUÇLANMA KORKUSU!-
Bugün sorgulanması gereken esas mesele; yeni sistemle birlikte en tarafsız olması gereken yüce makam olarak görülen, saygı duyulan devletin tepesinin, bir partili tarafından işgal ediliyor oluşu! Bu, doğal olarak beraberinde bu sorunları getiriyor.
Geçmişten, çok ağır günleri anımsatsa da, 28 Şubat döneminden kalma “had bildirmek”, zihinlerimize büyük kâbus olarak kaydedilmiştir. Evet, bu ülkenin en önemli sorunları arasında “haddini bilmemek” geliyor. Maalesef ki her kim gücü eline geçirirse, pervasızca haddi aştığına defalarca müşahede edilmiştir. Yarın siz gidince aynısını başkaları yaparsa, rıza gösterecek misiniz?
Sonradan pişman olacak durumla karşılaşmamak için kurumların ve makamların maneviyatı korunmalı, şahsiyeti tahkir edilmemelidir. İslam’ın şartı beştir, ama artık altıncısını herkes biliyor. Bu çerçevede, bir bilgenin “bugüne kadar ne öğrendiniz” sorusuna “haddimi bilmeyi öğrendim” demesi oldukça anlamlıdır.
Bütün bunları söylememizin nedeni, belki içinizde bu yanlışı gördüğü halde “ihanetle, Fetöcülükle” suçlanma korkusuyla kimsenin söylemeye cesaret edemediğini düşünerek, kardeşlik görevi ifa etmektir.
Tamer Yazar