Tarih tekerrür eder diye bir özdeyiş vardır. Bu özdeyişi hatırlatmamızın önemli bir nedeni bulunmaktadır. Bilindiği gibi merkez medya olarak adlandırılan doğan yayın grubu bünyesindeki gazeteler, radyo ve tv’ler, hatta bazı dergiler daha önce Hürriyet gazetesini satın almış bulunan Demirören grubuna satılma aşamasına gelmiştir. Bu doğrultuda bir ön protokolünde yapıldığı medyaya yansıyan açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Elbette ki bir yayın organının el değiştirmesi ,demokrasi ile yönetilen ülkelerde olağan bir şey olarak görülüp kabul edilebilir. Ancak bunun için medya üzerindeki baskıların söz konusu olmaması, medyanın tekelleşmemesi ve medya patronlarının iktidarın etkisi ve baskısı altında bulunmaması şartı vardır.
Eğer ülkede, medya iktidarın etkisi ve baskısı altında ise. Yine ülkede çok sesliliğe tahammül gösterilemiyorsa. Yine bir doğru vardır o da benim doğrum anlayışı ile medya yönlendirilmek isteniyorsa. Bu takdirde medya organlarının el değiştirmesinin nedenleri üzerinde uzun uzun düşünmek ve durmak gerekir.
Belleğimiz bizi bırakın Osmanlı dönemini, daha yakın tarihteki çok partili yaşama geçtiğimiz yıllara götürdü.
Hatırlanacağı üzere 1950 seçimleri ile CHP iktidarı son bulmuş ve demokrat parti büyük bir çoğunlukla iktidar koltuğuna oturmuş idi.
İlk yıllar demokrasiye girişimizin yeni olması, tek parti iktidarının ve yönetiminin son bulması gibi nedenlerle, demokrasinin gerekleri hemen hemen ödünsüz uygulanmış, eleştiriler, düşünce ve fikir özgürlüğü çerçevesindeki görüş ve düşünceler serbestçe açıklanmaya, medyada bu konuda öncülük görevi üstlenilmeye başlanılmıştı.
Öyle ki; Medyanın 4. güç olduğu gerçeği kamuoyunda içtenlikle benimsenmiş ve medyada bu görevini yerine getirme doğrultusunda sağlıklı ve kalıcı adımlar atmaya başlamış idi.
Ta ki; 1957 yılına ve seçimlerine gelinceye kadar. Bu tarihten itibaren iktidar partisi eleştirilere tahammülsüzlük göstermeye, çok sesliliği istememeye, bunun yerine tek sesli bir Türkiye yaratabilmek için kararlar almaya, adımlar atmaya başladı.
Böyle olunca da, medyanın bağımsızlığı, çok seslilik, çeşitli düşüncelerin serbestçe medya aracılığı ile kamuoyuna yansıtılması, tartışılması, bunun sonucu olarakta doğru görüş ve anlayışın ortaya çıkması olanaklarına son verebilme yolunda adımlar atılmaya başlandı.
İktidar sarhoşluğu içine girenler, ülkeyi dikensiz gül bahçesine dönüştürebilmek için hızlı ve yanlış adımlar atmaya başladılar.
Artık çok sesliliğe, düşüncelerin serbestçe açıklanmasına, tartışılmasına tahammülsüzlük örnekleri sergilenmeye başlandı. Öyle ki parlamentoda bile muhalefetin sesinin kısılması yoluna gidildi.
Gazeteciler tutuklanarak cezaevlerine gönderildi. Medya büyük bir baskı altına alındı.
Ama yinede ülke genelinde tekseslilik, tam anlamıyla istenen düzeye getirilemedi. Zira medya patronlarının büyük çoğunluğu gazetecilikten gelmiş idi. İktidara ekonomik yönden sıkı sıkıya bağlı değillerdi. Böyle olunca da bazı köşe yazarları hapsi boylasalar bile medya yinede belli ölçüler dahilinde sesini duyurmaya, eleştirisini yapmaya devam ediyordu.
Aradan yıllar geçti. Devir değişti. Teknolojide korkunç ilerlemeler meydana geldi. Medyanın gücü giderek daha da çok etkin hale geldi.
İşte böylesi bir ortamda medya 4. güç olarak demokrasinin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini kamuoyuna kabul ettirdi.
Bunu gören ve hisseden siyasiler tarafından, medyanın giderek bağımlı hale gelmesi ve gücün tek elde toplanabilmesi için adımlar atılmaya, kararlar alınmaya başlandı..
Önceleri bu hareket önemsenmedi. Ama zaman geldi ki; tekelleşme meydana geldi. Medya organları birkaç iş sahibinin kontrolü altına girdi. İşte o zaman çok sesliliğe tahammül edilememesi nedeniyle, merkez medyasının da aynı doğrultuda yayın yapması arayışlarına girildi.
Sonunda bugünlere gelindi. Yani çok sesliliğin yerine tek sesliliğin egemen olduğu bir medya dünyasının yaratılması yoluna girildi.
Tarih tekerrürden ibarettir. Evet, tarih tekerrür ediyor. Medyada tek seslilik dönemi başlatılmak isteniyor, ama tarih her zaman yanlışlar konusunda tekerrür etmez. Bazen de doğrular konusunda tekerrür eder. Zira gelişmeler şunu göstermiştir ki: Tekseslilik kimseye yarar sağlamamıştır. Sonuçta yanlıştan dönülmüş ve yine çok seslilik ortamına geçilmiştir.
Bu bir tarihi gerçektir. Bunu hatırlatmakta yarar görüyoruz…
nabiinal@hotmail.com