Ve üzerine kapı kapatıldı!
Kurtuluş Caddesi’ne bakan kısımdan aşağıya inerken sizi karşılayan taş yol, dünün Antakya’sına dair çok şey anlatıyor. O yola bakan demir bir kapı ardına kapatılan ahşap ev mi? Daha fazlasını fısıldıyor!
MIT ve London School of Economics’de Sosyoloji Profesörü, New York Üniversitesi’nde ise Sosyal Bilimler Profesörü olan Richard Sennet, “Atina şehri, kendi kuruluşunu anar ve tanrılarına saygısını ifade ederdi. Atina’nın kuruluşu bizatihi uygarlığın barbarlık üzerinde kazandığı zaferle eşanlamlıydı” derken, kentin bir medeniyet alanı olduğuna gönderme yapar. Kentin imarından ise övgüyle söz eder, ama bir şeyin altını da özenle çizer… “Bir Romalı olarak avare avare dolaşmazdınız. Büyük binalar, size bunların önünde kendinize çeki düzen vermeyi buyururdu adeta…”
Peki, Antakya’da durum nedir? Eski Roma’nın bu görkemli şehrinde, son birkaç yüzyılın gerisinden gelen ahşap ve taş evlerinde durum nedir? Biz ne kadar çeki düzen veriyoruz kendimize? Onlara olan saygımızı nasıl gösteriyoruz?
Sorarken de hatırlatıyoruz ama! Özellikle de, kentin gelişimine ivme sağlamak ve çözüm bulmak amacıyla, 2008 yılında gerçekleştirilen Hatay Kentsel Ölçekte Markalaşma Stratejisi toplantısını ve bu toplantıda, Hatay’ın tanıtılması amacıyla hazırlanan Hatay Marka Kent Eylem Planı’nı…
Eylem Planı’nda neredeyiz bilinmez ama, biriken sorularımızın cevapsız kaldığı bu defaki yer, bir demir kapı!
Kurtuluş Caddesi’ne sırtınızı verip, Kırk Asırlık Türk Yurdu Sokağı’nın ‘sağlıklaştırıldığı’ söylenen halinden içeriye adımlayıp taş yoldan aşağıya doğru ilerlediğinizde, sağ tarafınızda karşınıza beyaza boyalı demir bir kapı çıkıyor. O kapının ardına kilitlenen 2 katlı ahşap evin hikâyesi mi? Aslında Antakya’nın kendi hikâyesi! Önce terk dilmiş, ardından evsizlerce kullanılmış, çökmüş, yıkılmış, parça parça eksilmiş, sonunda da çıkan bir yangında yorgun bedeni yanmış!
Onu kül olmaktan kurtaranlarca ‘daha fazla’ kurtarılmamış ama… Kurtarıldığı kadarıyla bırakılmış! Unutulmaya terk edilmiş. Sağlıklaştırılan (!) sokağa birkaç metre mesafede de olsa, dokunulmamış! Sonunda da üzerine demirden bir kapı kapatılmış! Görülmesin istenmiş! Çöküşüne şahitlik edilmesin istenmiş! Antakya adına da en acınası nokta koyuluvermiş!
-VAZGEÇİN-
Fotoğraflama yaparken gülümseyerek yanımıza yaklaşan ve Antakya’ya daha önce birkaç kez geldiğini söyleyen yerli bir turistin kısa yorumu, bu demir kapının ardındaki Antakya için gelsin mi?
“Ben uzun aralıklarla geldim bu kente, ama en çok da bu eski mimari uğruna. Ama her geldiğimde biraz daha kaybettim önceki gördüklerimi. Daha iyiye gider diye düşündüklerim daha kötü oldu. Kurtarılır dediklerim yıkılıp gitti. Bu evi de hatırladım, hatta bu dar koridorun ötesine geçip içeriyi gezdiğimi hatırlıyorum. Yazık olmuş gerçekten de… Ama ben vazgeçtim fotoğraflamaktan. Çünkü kayıplar insanı üzüyor. Hele ki o kayıplar için hiçbir şey yapmayanların bir kentinde… Siz de vazgeçin!” -Tamer Yazar-