Türk Sineması

İmdi Türk Sineması başlığına bile kullananlar bulunduğunu adım gibi biliyorum. Türk geçen her yerde sözcüğü şimdilik Türkiye’yle değiştirmek aşaması sürüyor. Sonrasında nelerin yapılacağını kestirememek ancak salakların işi olabilir. Neyse, dünyanın en yeni sanatı sinema, Türk Sineması olarak varlık buluşunu Cumhuriyet Devrimine ve Muhsin Ertuğrul Ustaya borçlu. Ertuğrul çağcıl oyun sanatımızın da kurucusu. İnsanlığın en eski […]

İmdi Türk Sineması başlığına bile kullananlar bulunduğunu adım gibi biliyorum. Türk geçen her yerde sözcüğü şimdilik Türkiye’yle değiştirmek aşaması sürüyor. Sonrasında nelerin yapılacağını kestirememek ancak salakların işi olabilir. Neyse, dünyanın en yeni sanatı sinema, Türk Sineması olarak varlık buluşunu Cumhuriyet Devrimine ve Muhsin Ertuğrul Ustaya borçlu. Ertuğrul çağcıl oyun sanatımızın da kurucusu. İnsanlığın en eski sanatını, tiyatroyu, teknik olanaklarla, ışıkla, renkle buluşturdu sinema.

Türk Sineması varlığını bir gerçeğe daha borçlu: Türk kadınının içten, giderek gözü yaşlı bağlılığına. Kadınlar matinesi! Kadınlar hemen hiç aksatmadılar Yeşilçam dramlarını izleyip, ağlamayı… Perdedeki kimi oyuncularla kendilerini, yaşamlarındaki kişileri özdeşleştirdiler. Kimse değinmez ama önemli destektir Yeşilçam’a. Terapi yönünden ise kadınlara. Ve leblebi tozu, patlak mısır, gazoz, limonata… Bu yeni sanatın kolayca benimsenmesi ulusun o dönemdeki olgunluğunun göstergelerindendir.

Kimi adlar yerleşmiştir. Erol Taş, Kadir İnanır, Türkân Şoray, Fatma Girik, Ayhan Işık, Neriman Köksal, Aliye Rona, Cüneyt Arkın, Yılmaz Güney, Tarık Akan, Kerim Afşar, Münir Özkul… Daha kimler yok ki.

Siyasal kırılma tarihleri hiç eksik olmadı ve sanata doğrudan yansıdı. Bu gerçek Oyuncu ve Yönetmen Yılmaz Güney demektir. Çok karmaşık bir yaşam sürdü. Sineması yaşamı, yaşamı sinemasıydı. İyi yazardı, öykücüydü. Başarısının abartıldığı kanısında hiç değilim. Ne ki beğenenlerden bir kesim, Güney’in başlıca imgesinin, sinema dilinin sınıfsallık ve eğitimsizlik, bağnazlık eleştirisi üzerine kurulu bulunduğunu dillendirmekten inatla uzak durur. Onlara etnikçi gerek! Oysa Yılmaz Güney istese etnikçiliği açıkça yapardı; korkusu bulunmayan kişiydi.

Günümüzde bir Nuri Bilge Ceylan furyasıdır esiyor. Ne yere sığıyor ne göğe. Övgücü eleştirmenler mi? Yürbanlısı, sakallısı, sakalsızı, türbansızı, etnikçisi…var kızı var. Hele Kuru Otlar Üstüne filmi üç saati aşıyor. Aynı anda İngilizcesi, İngilizce altyazısı da hazır bu filmlerin. Nasıl oluyorsa Cannes vb. Yerlerde ödüle hazır. Genellikle de heykelciklere ulaşmanın gözyaşlı mutluluğu! Oysa en yeni Kuru Otlar Üstüne’de ne var? Kuru gürültü. Gürültüye ve sessizliğe eşlik eden yalnız ve avare öğretmenler, karlı uzaklıklar, bol çamur, soğuk, yoksulluk… Küfürlü öğretmen diyalogları. Ha bir de ayrılıkçı kıyım örgütüne, şöyle eleştirir gibi yapıp edilen pışpış sözleri. Yapmayın. Aydınlanmacılar hiç salak olmadı.

Sanatta, güzelduyusal (estetik) prizmadan, süzgeçten geçirmek olmazsa olmaz koşuldur. Bu koşul yoksa çöptür. İnsanların zamanını üç saat çöple almaya hakkınız yoktur.

Değini: Bir önceki yazımdaki Antalya sözcüğü Adana olacak. Düzeltir özür dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

Exit mobile version