Osmanlı Devleti, 1606-1699 yılları arasında Duraklama Dönemi’ni yaşar. Bu dönemin en önemli özelliği, savaş gelirlerinin azalması ve saray masraflarının artmasıdır. Merkezi otoritede, orduda, sosyal ve ekonomik alanda bozulmalar ortaya çıkar.
Dönemin düşünürü Koçi Bey, Padişah IV. Murat’ın isteğiyle, 1631 yılında Osmanlı Devleti’nin kötüye gidiş nedenlerini içeren gerçekçi bir rapor hazırlar. Tarihe, Koçi Bey Risalesi olarak geçen raporda eleştiri konuları; adam kayırma, rüşvet, liyakat sisteminin çökmesi ve yozlaşmadır. Devlet adamlarının bilgisizlikleri, hataları ve ihtirasları da çöküşte önemli rol oynar.
***
Osmanlı, bu eksikleri gideremez ve çöküşe sürüklenir. 1683 yılında, İkinci Viyana Bozgunu’yla başlayan çekilme ve toprak kaybı önlenemez.
Ve üç büyük felaketle yüzleşir:
Birincisi; 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda Tuna (Balkan) vilayetinin kaybedilmesi,
İkincisi; 1912 Balkan Savaşı’nda Balkan ülkelerinin elden çıkması,
Üçüncüsü; Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinişidir.
***
Dünyanın en değerli toprakları üzerinde kurulu beş milyon kilometrekareye hükmeden Osmanlı, Sevr Antlaşması’yla 120 bin kilometrekarelik alana, Anadolu’ya sıkıştırılır. Mustafa Kemal Atatürk, Türk İstiklal Savaşı’yla, Sevr’i çöpe attı. Avrupa sömürgeciliğini sona erdirdi ve modern bir devlet kurdu. Türkiye, diğer Müslüman ülkelere örnek olacak şekilde modern, çağdaş bir yapıya kavuşturuldu. Ancak, Türkiye özellikle 2000’den sonra, Atatürk’ü elinin tersiyle itti. Tüm kurumlarda “liyakat” yerine “biat” etkin oldu.
***
Devletin olmazsa olma iki görevi vardır: Adalet ve güvenlik. Devlete yakın olan veya devleti kontrol eden elitlerin çıkarlarını kollayan hukuk, Platon’un Devlet adlı eserinde Sokrat’ın ağzından dediği gibi, yalnızca “Eşkıya sürüsünün adaleti”dir. Genel anlamda hukuk, bir toplumda yasaların adil, bağımsız ve eşitlikçi olduğuna dair uzlaşmayı ifade eder. Lider, egemen değildir. Egemen olan hukuktur ve lider hukuka uyduğu derecede meşruiyet kazanır.
***
Otoriter liderler; her zaman her yerde devletin kurumlarını, medyayı, sivil toplum örgütlerini kayıtsız şartsız kontrol etme ihtirası ile yanıp tutuşurlar. Kendi hırsları uğruna toplumsal kalkınmayı ve gelişmeyi baltalamaktan geri durmazlar. Böyle bir yönetim tarzında, siyasi kayırmacılık ve siyasi himayecilik, alışkanlık durumuna gelir.
Siyasi kayırmacılık ve himayecilik sayesinde devlet kaynakları, iktidarı sürdürebilmek ve oy almak uğruna siyasi amaçlarla kişi ve gruplara aktarılır. Böylece, köklü devlet kültürü yerini biat kültürü alır ve iktidarı kayıtsız şartsız savunan medya ve benzeri kurumlar kök salar. Biat kültürü kökleşir ve liyakat sisteminin yerini alır. Hak etmeyene sunulan alkışlar, süreklilik kazanır ve onu baş belası haline getirir. Hazine arazileri, doğal kaynaklar, fonlar, ihaleler gibi gelir kaynaklarını yönlendiren bir “Rantiyeci Devlet” şekli ortaya çıkar. Ve “Rant Yaratma”, artık günlük işlerin bir parçası olur. Yaratılan Rant ve oluşturulan biat zinciri, bir sonraki seçim için otoriter ya da diktatör ruhlu yöneticilere önemli avantaj sağlayan bir alt yapı oluşturur. Ve bu sistemde, sorgulama ve düşünme zahmetine katlanmayan mutlu bir kitle ortaya çıkar.
***
Ve hukukun üstünlüğünde, Türkiye son sıralarda yer alır. İltica başvurusunda, ilk sıralarda yarışır. Ve Türkiye, dünyanın en fazla sığınmacı/göçmenini barındıran ülke olur. 729 bin Suriyeli kaybedilir, sonrası yarısı bulunur. Kaybedilen Suriyelilerden bazıları, ceza almış olmasına rağmen kaçmış ya da onlara ulaşılamamıştır.
Bir devlette yozlaşma yaygınlaşınca, doğru insanların değeri düşürülür. Saygısızlık nezaket, yüzsüzlük yiğitlik olur. İsraf, itibar ve cömertlik olur. Cahillik bilgeliğin yerini alır. Ve küçük insanların büyük gölgeleri oluşur. İşte, orada artık güneş batıyor demektir.
Çünkü denetlenmeyen, hesap vermeyen siyasi iktidar vardır.
Ve fakat, Atatürk’ten uzaklaşan bir Türkiye gün yüzü görmez, görmeyecek…
Özet Kaynakça:
Metin Aydoğan, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı-1 (30. Baskı), Gözgü Yayıncılık, İzmir, 2020, s. 26.
Francis Fukuyama, Siyasi Düzenin Kökenleri, 2011;
- Acemoğlu, J. A. Robinson, Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri, 2013;
Bernard Lewis, What Went Wrong? (Yanlış Giden Ne Oldu?), 2002.