Antakya Musevileri Pesah Bayramı’nı Kutladılar…
Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog…
İnsanoğlunun, bilme isteğinden kaynaklanan ilerleyişinde bugüne kadar çözemediği tek sorun, özgürlük kavramıdır. O zaman çözümleyemediğimiz bu kavram nedir? İnsan, gerçekten doğuştan özgür müdür? Özgürse ne kadar özgürdür? Bunun sınırı var mıdır? Bu ve buna benzer soruların yanıtını bulma arayışı, insanoğlunun milyonlarca yıllık tarihindeki bitimsiz bir öyküsü gibidir. Bu öykü; dil, din, inanç, ırk ve renk farkı olmaksızın birçok küme, topluluk, inanç gurupları ve millet tarafından, farklı yorumlanıp tanımlanmaya çalışılmıştır.
Sonuçta, bugüne kadar, insanı ve doğa yasasını merkeze alan ‘Özgürlük’ kavramına tam anlamı ile her hangi bir tanımlama yapılamamıştır! Bundan sonra yapılabilir mi? Çok emin değilim! İnsan insanın kurdu oldukça, ‘özgürlük’ kavramı yeni öykülerle yoluna devam eder.
Ama ben, insanlığın bir üyesi olduğum bilinciyle, toplumsal sorumluluk ve görevlerimi unutmaksızın, özgürlükleri herkes için ve her zaman doğal bir hak olarak tanıyacak, benimseyecek ve savunacağım. Söz verişlerime bağlı kalmasam, erdemlerim beni yaksın, kül etsin. Ta ki küllerimden yeniden doğana kadar.
Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşımızın üçüncü kıtasının ilk iki satırında;
‘Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!’ demiş.
O zaman gelin, insanlığın binlerce yıllık özgürlük arayışının ülkü birliğinde buluşarak, 20 nisan günü Özgürlük (Pesah ) Bayramı’nı kutlayan Antakyalı Musevi hemşerilerimizi ziyaret edip hem bayramlarını kutlayalım hem de bu bayramın ne anlama geldiğini onların dilinden birlikte öğrenelim.
19 Nisan 2019 Cuma günü, güneş, ışıklarını maviden kızıla çevirirken, kapalı olan konuk evinin zilini çaldım. Kapıyı, Cemaat Başkanı Sayın Şaul Cenudioğlu bey açtı, ‘hoş geldiniz’ dedi. İçeri buyur etti. Son haham olan rahmetlik Davut Cemal’in fotoğrafın önünde bulunan genişçe bir koltuğa oturttu. Kısa bir hoş geldin sohbetinden sonra, ‘kusura bakma’ dedi, ‘bugün dinsel geleneklerimizin dışında hiçbir iş yapmayız. Bunun için sana bir şey ikram edemiyorum. Yarın bayramın ilk günü. Bayram kutlamasına gelirsen, sana Tuna Ablanın yaptığı badem ezmesinden ikram ederim’ dedi. Birlikte gülüştük. Kısa bir anı sohbetinden sonra, söyleşimize devam ettik.
KENDİNİZİ NASIL TANIMLIYORSUNUZ?
Bizler, Antakya’nın kuruluşundan bugüne kadar var olan bir topluluk veya cemaatiz. Yirmi üç asırdır bu topraklarda yaşıyoruz. Bu toprakların hem inanç, hem de inanç kültürleriyle harmanlanarak yaşadık. Yaşam kültürümüzde Arapçayı, inanç kültürümüzde İbraniceyi, eğitim kültürümüzde Türkçeyi kullanıyoruz. Bundan daha zengin bir yaşam kültürü olabilir mi? Yakın döneme kadar 90-100 aile birimimiz vardı. Yaklaşık 450-500 kişi arasındaydık. Bir çok aile, siyasi kaygıdan çok ekonomik nedenlerle buralardan ayrıldı. Bir kısmı İstanbul’a taşındı, bir kısmı Amerika’ya, çok az bir kısmı da İsrail’e taşındı. Buradan ayrılanlarla, arada sırada görüşme olanağını buluyoruz. Hepsinin Antakya’ya özlemleri burunlarında tütüyor. Bazıları torunlarını buraya gönderip, aile evlerini ziyaret etmeleri sağlanıyor. Dedim ya, buraya hala özlem var!
ANTAKYA’DA HANGİ AİLELER YAŞARDI?
Aklımda kalanları söyleyeyim;
Saadeler, Hımsiler, Düveykiler, Mizrahiler, Berdeyanlar, Kebudiler, Cemaller, Şimeller, Cennudioğulları, Şuveykiler, Malehler, Hareriler, marabiler, İlhepler gibi dönemin kalabalık aileleri yaşardı.
BU AİLELER NE İŞLE UĞRAŞIRLARDI?
Varlıklı olanlar, genelde tekstille uğraşırlardı. Esnaf kimlikte olanların zücaciye mağazaları vardı. Bir de berberimiz vardı. Yoksul olanlar ise seyyar satıcılık yaparlardı.
CEMAATİNİZ KAÇ KİŞİ?
Antakya’daki cemaat 16 kişi. Birde İskenderun’dan bir kişi geliyor. Toplam 17 kişiyiz. Biliyorsun, İskenderun’daki havrayı, cemaatten kimse kalmadığı için kapattık. Burayı ne zaman kapatırız, bilmem! Yalnızlık ve acılar insana çok şey öğretiyor. Umarım, buradaki birlikteliğimiz bundan sonra da kesintiye uğramaz.
BİRAZ PESAH BAYRAMINIZDAN SÖZ EDELİM?
Pesah, bizim için ‘özgürlük’ bayramıdır. Bu bayramı, Mısır ülkesinde geçen 210 yıllık kölelik sürecimizi ve çölde açlık ve yoksullukla geçen 40 yıllık bir yolculuğumuzu anımsamak ve bunu çocuklarımıza anlatmak için kutlarız.
BU ÖYKÜYÜ ANLATABİLİR MİSİNİZ?
Kölelikten çıkışımızı ve bu süreç içinde başımıza gelenleri, o dönemin tartışmalarını ve hatta neler yiyip, neler yiyemediklerimizin bir özetinin anlatımına, ‘Agada’ deriz. Kaçmak zorunda kaldığımız yerde köle edilen halkımızın özgürlük yolunda nasıl ilerledikleri anlatılır. İnancımız göre, Agada’nın (kelime anlamı öykü) anlatılmadığı ev, Yahudi evi sayılmaz! Her cemaat, Pesah’ın temel amacı olan, ‘O günü çocuğuna anlatacaksın’ (Şemot 13/8) emrinin yerine getirilebilmesi için kendince azami çabayı göstermek zorundadır.
Agada’ya göre Yahudiler, Mısır topraklarında, Faro’nun (firavun) hükmü altına köle olarak ıstıraplar içinde yaşamaktadırlar. Yahudilerin hızlı çoğaldığını ve krallığını ele geçirebileceklerine inanan Firavun, hükümranlığındaki tüm İbrani erkek bebeklerinin öldürülmesini emreder. Levi kabilesinden Amram’ın karısı Yohevet de doğan oğluna kıyamaz, bir sepetin içinde kız kardeşine verir ve bebek Nil Nehri’ne bırakılır. Sepet, sarayın önünden geçerken cariyeler onu bulur ve Firavun’un kız kardeşi olan prensese verirler. Bebeğin adını, sudan çıkartılmış anlamına gelen Moşe (Musa ) koyarlar.
Sarayda bir prens olarak büyütülen Moşe, sorgulamaları sonucunda İbrani olduğunu öğrenir. Yine bir gün, bir Mısırlı’nın, Yahudi bir köleyi haksız yere dövmesine dayanamayan Moşe, eziyet eden Mısırlıyı öldürür. Moşe, cinayet işlediği için Midyan tepelerine kaçar. Orada, Midyan Tapınağı’nın bir kahinin kızı ile evlenip çobanlık yapmaya başlar.
Bir gün Horev dağının eteklerinde koyunları güderken, Tanrı, yanan bir çalı halinde Moşe’ye kendini gösterir ve ona geri dönmesini söyler. Moşe, geri döner ve ağabeyi Aaron’un (Harun ) da yardımıyla halkının Tanrı’ya inanmasını sağlar.
Fıravun’un sarayına giden Moşe, halkının serbest bırakılmasını talep eder ve mucizeler gösterir. Firavun, onları huzurundan kovar. Bunun üzerine Tanrı, Mısırlıların başına kan, kurbağalar, bit, yırtıcı hayvanlar, bulaşıcı hayvan hastalığı, yaralar, dolu, çekirgeler, karanlık ve ilk doğan erkeklerin (Behorlar) ölümü olmak üzere, 10 bela verir.
Bu belaların yüzünden, Firavunun ilk doğan erkek oğlu ölür. Bunun üzerine Fıravun, Moşe’yi yanına çağırarak, halkına özgürlük verdiğini söyler ve bu belalardan kurtulmak için bir an önce Mısır ülkesini terk etmelerini emreder.
Bunun üzerine Moşe , halkını toplar, hamurlarını mayalama dahi vakit bulmadan, genç-yaşlı yollara koyulurlar. Böylece Mısırda geçen 210 yıllık tutsaklıktan ve çölde geçen 40 yıldan sonra, Yahudi kavmi, vaad edilmiş topraklara yerleşirler. Tanrı, bu kutlu günü anmak amacıyla, 7 gün boyunca (vaad edilmiş toprakların dışında yaşayan Yahudiler 8 gün ) hamursuz yiyecekler yiyerek, tutsaklıktan özgürlüğe geçiş bayramı olarak kabul edilen Pesah Bayramı’nı kutlamalarını ister.
Kısaca Pesah Bayramı’nın öyküsü böyle.
BİRAZ DA BAYRAM HAZIRLIKLARINIZDAN VE GELENEKLERİNİZDEN SÖZ EDEBİLİR MİSİNİZ?
Bayramın birinci ve ikinci günü akşamı, ‘seder’ dediğimiz bayram sofrası hazırlarız. Eskiden aileler ve yakınları, birlikte bu sofrayı evlerinde hazırlarlardı. Şimdi azaldığımız için, bu sofrayı Havranın konuk evinde hazırlıyoruz. Gördüğün gibi, sofranın büyük bir bölümünü hazırladık. Biraz sonra güneş batacak ve bizler sofraya oturup, önce duamızı yapar sonra sofradan bereketleniriz. Böylece bayram kutlama geleneğimiz başlamış olur.
Seder sofrası, inanç geleneğimizde, anlamlı ve önemli bir yer kaplar. Sofrada bulunan her eşyanın, her yiyeceğin simgesel bir anlamı var. Bu simgesel anlam, inanç kavramımızla özdeşleşir.
SOFRADA NELER BULUNUR?
Seder sofrasında; Mumlar, Kırmızı Şarap, Seder Tabağı, Matza, Karpaz, Maror, Haroset, Betsa gibi kutsal kabul ettiğimiz şeyler bulunur.
Mum: Şabat (Cuma’yı Cumartesi’ne başlayan akşam vaktinden Cumartesi gün batımına kadarki kutsal gün) ve bayramlarda yakarız. Pesah Bayramı onuruna da mumlar yakarız. Bize, aydınlığın yolunu gösterir, bizleri aydınlatır.
Kırmızı Şarap: Şarap; mutluluğu, sevinci ve coşkumuzu artırır. Kırmızı renk olması ise ‘kanı’ simgeler. Kan, atalarımızın, kölelik günlerinde nasıl dayak yiyip kanadıklarını anımsatır. Kan, aynı zamanda ‘özgürlüğü’ de simgeler. Atalarımız Mısırdan çıkmadan bir gün önce, Mısır’da kutsal sayılan kuzuyu kesip kanını kapıya sürdüler ve böylece son felaket olan ‘behor erkekleri’ ölümünden Yahudi erkek çocukları etkilenmedi.
Seder sofrasında dört bardak şarap içeriz. Bunun nedeni, Tora’daki dört kurtuluşu ifade etmesidir. Bir başka simgesel anlatıma göre de, İsrailoğulları sürgündeyken, dört büyük erdemli davranış gösterirler. Bu dört davranışın simgesi olarak dört bardak kırmızı şarap içeriz.
Seder Tabağı: Masanın orta yerine yerleştirilir. Tabağın içinde sembolik yiyecekler bulunur. Seder’in anlamı ve önemi, masada bulunan herkesin, sanki kendisini Mısır ülkesinden çıkmış gibi duygulanmasıdır. Seder’deki sembollerin görsel ve dokunsal güçleri, bizi köklerimizle ilişkiye geçmemizi ve onlardan ilham almamızı sağlar. Kendi esaretimizden kurtulmamız için harekete geçmemiz için yardımcı olur.
Matza: Mayasız hamurdan pişirilerek yapılır. Atalarımız, Mısır’ı çok acele terk ettiklerinden, yaptıkları ekmeklerin mayalanmasını beklemediler. Hamuru pişirip yola çıktılar. Bunun anısına, tam ve eksiksiz olarak, hiçbir kırığı olmayan üç adet Matza’yı, üzerleri örtülü olarak tepsiye koyarız.
Karpaz: Kereviz, maydanoz, turp yaprağı, tuzlu su veya koşer sirke karışımıyla yapılır. Bunun simgesel anlamı, Mısır’da yaşayan Yahudilerin düşük yaşam seviyesini anımsamaktır. Tuzlu su ve sirke, Mısır’da Yahudilerin döktükleri ter ve gözyaşını simgeler.
Maror: Acı otlar yerine ülkemizde marul kullanılır. Marulun özelliği, yemeye başladığınızda, tatlı başlayıp sona doğru acılaşmaya başlayan bir sebzedir. Yahudiler, Mısır’da yaşamaya başladıklarında, ilk zamanlar tatlı bir yaşamlarının olduğu, sonradan bunun acıya ve zorluğa dönüşmesinin simgesi olarak sofrada bulunur.
Haroset: Ezilmiş elma, kuru üzüm, tarçın, hurma ve kırmızı şaraptan oluşan bir karışım. Haroset, geleneksel bir yemek. Çamuru andırır. Firavun’un, İsrailoğulları’na hazırlattığı inşaat harcını simgeler. Atalarımızın maruz kaldığı zorlu esaret günlerini anımsatır. Haroset yendiği zaman, alınan hoş tat, özgürlüğün tatlılığıdır. Haroset aynı zamanda, bilgelerin, Tanrı ile İsrailoğulları arasında var olan ve kurtuluşu getirecek olan aşkı anlatan Şir Aşirim’den ‘Elma ağacı altında uyandırdım seni’ (8:5) bölümünü simgeler.
Zeroa: Yanmış kuzu koludur. Bet-Amikdaş’ta kurban olarak sunulan kuzunun anısıdır. Günümüzde Bet-Amikdaş olmadığı için bunu yemeyiz. Zeroa, aynı zamanda ‘kol’ anlamına gelir. Tanrı’nın, İsrailoğulları’nı, güçlü bir el ve uzanmış bir kolla kurtarışını anımsatır. (şemot13:3 )
Betsa: Haşlanmış katı yumurta, Pesah, Şavut ve Sukot’ta Bet-Amikdaş’ta sunulan ‘Hagiga’ Bayram kurbanı anısınadır. Diğer bir inanışa göre yumurta, yaşam döngüsünü, yeniden doğuşu simgeler. Pesah da Yahudi milletinin doğuşudur. Başka bir yoruma göre, yumurta, yas işaretidir. Yasta olan bir kişi, cenazeden sonra ilk olarak yumurta yer. Seder’deki yumurta, bize özgürlüğümüzü kutladığımız bu günde, bet- Amikdaş’ın yıkılışının yasını tutuğumuzu anımsatır. Seder’in ilk gecesi, her zaman Bet-Amikdaşın yıkılışıyla aynı güne rastlar.
Gördüğün gibi, her simgenin dinsel geleneklerimizde bir anlamı var. Bugün, açlık ve zorlukların anımsandığı ‘Pesah’ Bayramı’nın ilk gününü kutluyoruz. Eskiden bu bayramlarda kapımızı ardına kadar açar, soframıza yoksullar katılsın diye fazladan tabak koyardık. Şimdi çekinir olduk. Artık kapılarımızı açık bırakamıyoruz. Son gelişen olaylar bizleri tedirgin ediyor. Yarın bayram ibadetimiz var. Sizi yarın da bizimle birlikte olmaya davet ediyorum. Bizlere can katarsınız.
Ertesi sabah erkenden Havra’ya gittim. Kapı açıktı, içeri girdim. Antakya Musevi Havrası Cemaat Başkanı Şaul Bey ve hazanın dışında dört, beş kişi daha vardı .İnanç geleneklerine göre, bayram ibadetlerine başlayabilmek için on ergin erkeğin olması gerekirdi. Biraz daha beklediler. Azur ve Haron geldi. Daha iki kişiye gereksinimleri vardı. Ardından Yakup ve 15 yaşını henüz tamamlamış olan torunu ve dört de hanım geldi. On ergin erkeği (minyan) tamamlamışlardı . Artık ibadet hazırlıklarına başlayabilirlerdi. Hanımları, ibadethanenin bitişiğinde olan odaya aldılar. Onlar da, havranın kapısında bulunan Meduzayı öperek havraya girdiler. İçeri girerken, hanımlar eşarplarını, erkekler kipalarını (takke ) taktılar. Tallet’lerini (atkıyı anımsatan, biraz daha genişçe olan, pelerine benzer bir giysi ) giydiler. Hazanın ibadete çağrı sesi duyuldu.
İbadete başladılar. Uzunca bir ibadet ritüelinden sonra, sıra bayram kutlamalarına geldi. Önce kendi aralarında, inançsal yöntemle bir birinin bayramını kutladılar Sonra, konuk odasına geçerek, bayramlarını kutlamaya gelen protokol üyeleri, cemaat başkanları ve temsilcileri, sivil toplum örgütleri başkan ve temsilcileri, din adamları ve eş dostlarla birlikte bayramlaşmaya başladılar. Sıra bayram ikramlarına geçti. Bir taraftan çaylar içilirken, diğer taraftan bayram ve inanç kültürüyle ilgili sohbetler koyulaştı. Bir saatlik misafirlik süresinin nasıl geçtiği hiç kimse fark edemedi. Artık kalkma zamanı gelmişti. Konuklar, hep birlikte havradan ayrıldılar. O coşkulu kalabalık ortam birden yalnızlığa dönüştü. Şaul Bey, eşinin elini tuttu, birlikte dış kapıya doğru yürüdüler. Geçmişte kutladıkları coşkulu bayramları anımsayarak, havranın dış kapısını yeni bir yalnızlığa kadar kapattılar.
Her yıl daha fazla kalabalık olmayı umuyorlardı. Bu yıl da olmadı! Gelecek yıl için umutlarını tazeleyerek, bayramlarını buruk bir sevinçle kutladılar. Yaş ortalamaları altmışın üzerindeydi. Kimisinin çocuğu İstanbul’daydı, kimisinin de Amerika ya da İsrail’de. Kucaklayacak ne çocukları buradaydı ne de hayatta olan anne ve babaları. Kendilerini, okyanusun içinde hangi limana gideceği belli olmayan gemide yolculuk yapan yolcu gibi hissediyorlardı.
Antakya’da bir zamanlar 500 kişiye yakınlardı. Şimdi topu topu on altı kişi kalmışlardı. Bu yalnızlıkta, Özgürlük Bayramı nasıl kutlanırdı? Firavun zulmünden, kölelikten ve Mısır’dan kaçışlarını hangi çocuğa veya toruna anlatacaklardı? Hiç biri buralarda değildi! Yapabilecekleri tek şey, öykülerini, filizlendikleri toprakların derinliklerine saklamak ve bir gün, gelecek kuşakların bunu bulabilme umudunu taşımak oldu.
Pesah, firavun ve düzeninin bir gün mutlaka yıkılacağını, adaletin eninde sonunda galip geleceğini anlatır. Baskı altında ezilen halkların sonsuza dek bu durumda kalmayacaklarını anlatan binlerce öyküden biri olarak insanlığın kırılmaz umudunun simgelerinden biridir.
Korkuların yerini umudun aldığı, karanlığın yerini aydınlığa bıraktığı ve herkesin özgür olduğu Pesahlar’ı görebilmek ve kutlamak umuduyla.
Saygılarımla.