Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Günay Güner

Ulus Egemenliğinin Kuruluşu

Osmanlı Devleti çağının diğer devletleri gibi bir monarşidir. Monarşi, Yunan kaynaklı, Fransızcadan geçen bir sözcük; siyasal yetkenin genellikle miras yolu ile bir kişinin üzerinde toplandığı devlet yönetimi olarak tanımlanır. Kuşkusuz, bu yapının yaşama yansımalarını öngörmek zor değil. Ekonomi, hukuk, bilim, haklar… sultanın iki dudağı arasındadır. Sonuç önemli. Dolayısıyla, Monarka hakimiyet kuran, onu avcuna alan güç ya da güçler, amaçlarına da ulaşırlar. Belirtildiği gibi dönemin diğer devletleri de monarşidir; ancak onlarda değişim Osmanlı Devletinden çok önce başlamıştır. Bilimi, tekniği, çağı kavrayamamak, her geçen gün şiddeti artan çöküşlere yol açmıştır. Denizcilikteki ilerleme, Ümit Burnundan geçişin yeğlenmesi, İpek Yolu’nun, dolayısıyla Türkiye’nin önemini azalttı. Osmanlı yöneticileri bunu da göremedi.

Osmanlı Devletinin son dönemine bakacak olursak, durum şöyledir: Jön Türklerin, İttihat ve Terakki’nin mücadelesiyle rejim, tam anlamıyla olmasa bile, “meşruti monarşi”ye evrilmiştir. Ancak, iki bölümden oluşan Meclisi Mebusanın ayan bölümünün tümüyle sultan seçtiği gibi, Meclisi fesih yetkisi vardır. Fesih gücünü birkaç kez kullanmıştır.

ABD ile Birleşik Krallık’ın misyoner okulları, şaşırtıcı ölçüde çoktur. Saf amaçlar taşımadıklarını görmek zor değildir. Okuryazar oranı en iyimser öngörüyle %7 dolayındadır ki bu oranın içinde kadın hemen hemen yoktur. Tümüne yakını azınlıklardan oluşmaktadır.

“Bu noktada Osmanlı Hükümeti borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmiştir. Borç toplamı 190.997.890 İngiliz lirasına erişmiştir. Bunun faizi 61.803.905 sterlindi. Kısacası faiziyle birlikte Osmanlı Hükümeti’nin borç toplamı 252.801.885 İngiliz lirasını buluyordu” (Tevfik Çavdar, Milli Mücadeleye Başlarken Sayılarla Durum ve Genel Görünüm II, Cumhuriyet, 2001). Borçların yaklaşık %40’ı Fransa’ya idi. Fransa’yı, İngiltere izlemekteydi.

Armağan verircesine dağıtılan kapitülasyonlar katlanılmaz düzeyde sömürüye neden olmuştur.

Kültür emperyalizmi de doğrudan, askeri emperyalizmin ön saldırısı olarak etkili olmuştur. Tanzimat “münevver”i de denilen aydın tipi, budalaca yabancı hayranlığı içindedir. Kendini de ülkesini, halkını da aşağı görür. Bir kısmı yabancı okullarda okumuştur. “Bizden bir şey olmaz” boş kanısı, tüm yaşamlarına egemendir. O yüzdendir ki yurtsever aydınlar bile “manda”yı tartışabilmektedirler.

Mustafa Kemal ve bir avuç kendi gibi o yola adanmış arkadaşı vardır, mandayı ret eden, Bağımsızlık Savaşının verilmesi, yeni bir devletin kurulması zorunluluğunu bilen. Mustafa Kemal, neredeyse Harp Okulundan başlayarak yanlışların, çürümüş yapının sorumlularını eleştiren, son olarak işgal güçlerine silah teslim etmesi emrine karşı çıkarak İstanbul’a dönen bir “Osmanlı Paşası”dır! Paşa da çevresindekiler de “serdengeçti”lerdir. Ağustos 1919’da İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyetini kurduran Padişah Vahdettin, 11 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade üzerinden “Kuvayımilliyecilerin katli vaciptir” fetvası verdirmiştir. Bu yöndeki fetvalar ve buyruklar, gıyabında idam hükümleri sürmüş, sultan herhangi bir “af” girişiminde bulunmamıştır. .

Binbir güçlükle, Sivas’tan Ankara’ya yola çıkarlar. Osmanlı Bankası kasasına senet bırakarak borç almışlardır. Türkiye’ye umut taşıyan, yürek taşıyan bu topluluğa engel olması için vali görevlendirilmiştir; işe yaramamıştır. Hacıbektaş üzerinden Ankara’ya Dikmen boğazından girdiklerinde, büyük coşkuyla, gönülden karşılanırlar. Ahi kenti Ankara Mustafa Kemal’i bağrına basar.

Özellikle belirtmek gerek; olağanüstü bir hız ve dikkat söz konusudur. Ankara tarihsel günlerine başlamaktadır. Kongrelerde hazırlığı oluşturulan Büyük Millet Meclisi, “kuralları belirlenerek genelgeyle ulusa duyurulan seçim yapılarak” Meclis’e gönderilen milletvekilleriyle, dualarla, kurbanlarla, bir Cuma günü, 23 Nisan 1920’de açılır. Büyük Millet Meclisi toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği bir tarihsel kamutaydır. Büyük Millet Meclisi bir devrim Meclisidir. “…Ankara’daki ulusal Meclis’te ulus adına görev yapacak milletvekillerinin seçilme olanaklarını sağlamış ve seçimleri yapmıştır” (Suna Kili, Türk Devrim Tarihi I, Cumhuriyet, 2000, s. 89). Dayanağını Türk töresinden alır. İşgalciler ulusu aldatan, oyalayan, direnişi sönümlendirmeye yönelik, tehdit dilini kullanan bildiriler yayımlamaktadır. Mustafa Kemal 22 Nisan 1920’de, Meclis’in açılmasından bir gün önce, 23 Nisan 1920’den başlayarak “…bütün sivil asker orunların ve tüm ulusun başvurma yerinin, yönetim merkezinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olacağını bir buyruk halinde tüm ülkeye ve dünyaya yayımlamaktadır” (Kili, Türk Devrim Tarihi, Cumhuriyet, 2000: 93).

Birinci grup ile ikinci grup diye adlandırılan başlıca iki topluluk, yakıcı bir mücadele içindedirler. Mustafa Kemal’e bağlı Kuvayımilliyecilerin yanı sıra sultan-saray yanlılarından, Bolşevikliğe yakınlık duyanlara dek çok geniş bir yelpazede görüş ve kesimler bulunmaktadır. Tümü kutsal çatı altındadır. Meclis öylesine iradesini ortaya koyar ki Mustafa Kemal’e Büyük Taarruzu kazandıracak yetkiyi, üçer aylık sürelerle verir. Mustafa Kemal sıklıkla baskı amaçlı eleştirilere uğrar. Hileli planların hedefi olur. Her şeye karşın yüksek düzeyinin sonucu, ordular, Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları olarak anılır.

İlk Meclis’te milletvekillerinin meslekleri çeşitlilik göstermektedir. 376 milletvekilinin 80’i tüccar, çiftçi, eşraf,; 90’ı yönetici, 59’u asker, 49’u hukukçu, 30’u din adamı, 16’sı müderris, 16 kişisi, öğretmen, 14’ü hekim… dir. Ayrıca milletvekillerinden 229 kişi yükseköğrenimlidir. Diğer düzeylerde öğrenim görmüşler, okul bitirmişler ise 115 kişidir (Kili, 2000: 98).

Mustafa Kemal’in Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Başkanı olarak yaptığı konuşma bir ders niteliğindedir. Her satırı yaşamsal bilgilerle dolu bu seslenişin bir yerinde Mustafa Kemal şöyle der:

“Bizim aydınlık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yöntem, ‘ulusal siyasadır.’ Dünyanın bugünkü genel koşulları ve yüzyılların kafalarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında düşçü olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin dediği budur; bilimin, aklın, mantığın dediği böyledir.”

Meclis’in açılış tarihinin çocuklara armağan edilmesi, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak benimsenmesi apayrı bir inceliktir. Çocuk gelecektir, gelecek kuşakların simgesidir. Demokrasi, Meclis onlara emanettir. Kaldı ki bir toplumu iki gerçekle ölçmek olanaklıdır; Çocuklarının ve kadınlarının durumu. İkisi çok iyiyse başka ölçüt gerekmez.

Tüm olumsuzluklara karşın yeni bir sultanlık rejimine yönelinmemiş, “egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun” olduğu, ulusun üzerinde hiçbir gücün bulunmadığı, tanınmadığı Cumhuriyet ve demokrasi ortamı kurulmuştur.

Ulusal egemenliğin değerini son 21 yıllık deneyim öğretememişse hiçbir nen öğretemez!

 

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER