Umuda Ezgiler

Her meslekten, her yaştan, her zorluktan kopup bütünleşen ezgiler… Algılardan bıkan ses Sanal dünyanın karmaşasından kopan gerçeklik… Yerelinden sıçrayan amatör bir ruhun coşkusu… Sümerler Amfi Tiyatro’da çok sesli bir karnaval vardı Çarşamba günü… Konser alanını dolduran her yaştan izleyici, Defne Nazım Hikmet Gençlik Korosu solistleriyle bütünleşmişti adeta… Seyirciyle sahne arasında yaşanan o gel git anı […]

Her meslekten, her yaştan, her zorluktan kopup bütünleşen ezgiler…

Algılardan bıkan ses

Sanal dünyanın karmaşasından kopan gerçeklik…

Yerelinden sıçrayan amatör bir ruhun coşkusu…

Sümerler Amfi Tiyatro’da çok sesli bir karnaval vardı Çarşamba günü…

Konser alanını dolduran her yaştan izleyici, Defne Nazım Hikmet Gençlik Korosu solistleriyle bütünleşmişti adeta…

Seyirciyle sahne arasında yaşanan o gel git anı özellikle…

“Çocuklar inanın, inanın çocuklar…” diye kımıldayan sahne

“Motorları maviliklere süreceğiz…” diye esen rüzgâr

Çünkü yaşamın adımları kırılgandı…

Ekranlar, gazeteler, sanal paylaşımlar…

“Hüzünle sevinç, umutla düş kırıklığı sürekli iç içeydi; belirsiz bir duygu, ama daima yabancı olmak ve alışamamak…” diye sesleniyor Stefan Zweig

Konuşanlar, bağıranlar, ama ben sözümü henüz tamamlamadım diye yutkunanlar…

Yemek uzmanlığından, siyaset ve ekonomi bilimine,
İsminin önüne uzman etiketi iliştirenlerin yükseltip alçalttığı ses bileşkesi…

Hemen herkesin çemberine doladığı bir yapaylık…

Doğanın iliklerine sırnaşan şaşkınlık hali…

Defne Nazım Hikmet Gençlik Korosu, böylesi bir zamanda yokladı kulaklarımızı…

Düş ve umut ile
Kulağımıza iliştirilen sıra dışı renk sarmalıyla…
Birlikteliğin neşesi vardı duruşlarında…

Müzik ve bireyi düşleriyle buluşturan devasa bir ritim vardı

Adıyla ortaklaştığı Nazım gibi, hayatın elimizden kaydığı anlarda bile, inadına yaşamak vardı.

Çağın çelişkileri, acıları ve doğayla bütünleşen umutları vardı.

Kalabalıklar içinde yalnızken, kendi içinize çekilme tehlikesi olsa bile,
Yüreğiniz okyanuslara, fırtınalara kapıldığında,
O tek liman olan umut vardı…

Nazım’ın dediği gibi; “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından…” diyecek kadar.
Çünkü yaşamak, gerçekliktir.

Tarihsel olayların, acının, özlemlerin birbiriyle kaynaştığı bir ağaç gibi yaşamak
Yağmur damlası gibi,
İnsandan doğaya yayılan ışık gibi…
Devinimi sağlayan çark…
Bir dişli, bir yaşam belirtisi…
Doğayla paylaşmak, renklerin sesi olmak…
Üretmek, değer katmak…
Hızın ve tüketimin çemberinden sıyrılmak…

“İnsan geleceğe umut bağladığında geçmişi ne kadar da çabuk unutuyor.” diye yazmış Alexandre Dumas

Adı konmamış bir bütünlük ve yerelinden doğan amatör bir ruhun coşkusuydu bu birliktelik…

“Çocuklar inanın, inanın çocuklar…” diye sıçrayan ses.

“Motorları maviliklere süreceğiz…” diye esen rüzgâr…

Exit mobile version