Fısıldanan bir Anadolu…
Dualar, dilekler, yakılan mumlara fısıldanan düşler, her birlikte söylenen şarkılar, aynı adımla ilerleyen halaylar ve daha fazlası… 12-13 Ağustos’ta Vakıflıköy’de kutlanan Meryem Ana Yortusu’dan geriye kalanları bizler için kaleme alan Pakrat Estukyan, Hatay’dan İstanbul’a masalsı notlarla döndü.
Vakıflıköy’deki Surp Asdvadsadzin Yortusu’nu bu sene bizlerle beraber takip eden AGOS Yazarı Pakrat Estukyan, Değabah Karekin Başepiskopos Bekçiyan’ın katılımıyla daha da şenlenen Yortu’ya dair masalsı notlarla döndü İstanbul’a… Biz de o keyif veren notları, kadim toprakların Anadolu’su ile paylaşmak istedik. Sizlerle… O zaman başlayalım mı? Pakrat Estukyan anlatsın ve bizler, hem okuyalım hem de keyif veren Anadolu’nun ezgilerinde aslında ne kadar kocaman bir yüreğe sahibiz, onu fark edelim… Hadi o zaman!
-BEKLEYİŞ-
Her köyün böyle bir geleneği yoktur, ama Musa Dağı’nda Vakıflı Köyü’nün birden fazla günce yazanları var. Bu güncelere yeni doğanlar eklenir, öte dünyaya geçenler düşülür, önemli olaylar anılır, hatta bazen köyün kaderine etki edecek yaşanmışlıklar bir bir not edilir.
Geçmişte günce yazanların en önemlileri; Tateos Babekyan, Khaçer Kartunyan, Der Serovpe Gülyan idi. Bugün aynı geleneği Musa Dayı, Panos Çapar ve hatta daha genç olanlar sürdürüyor. Hiç şüphem yok ki, 2017’nin 11 Ağustos günü de bu vakanüvisler tarafından bir yerlere kaydedilecek.
Geçmişte bu tür güncelerden, köyün kaç çocuğunun analarının gözyaşları eşliğinde İstanbul’daki Tbrevank Okulu’na yolculandığını, eğitim yılının bitiminde onların topluca köye dönüşlerinde nasıl karşılandığını son derece betimleyici metinler eşliğinde okuduğumu anımsıyorum. Betimleme gücü yüksek anlatımlardı. Özellikle de annelerin, köyün girişindeki ufak tepede toplanıp çocukların bekleyişini betimleyen satırlar…
Geçtiğimiz Cuma akşamı, bugün 70’li yaşlarını süren o çocuklar sabırsız bir bekleyiş içerisindeler. Kilisenin biraz yukarısındaki meydanda birikmiş eski okul arkadaşları, bugün Patrik Kaymakamı görevini sürdüren Karekin Başepiskopos Bekçiyan’ı karşılamanın heyecanındalar. Daha birkaç saat önce, başta Köyün Papazı Avedis Tabaşyan olmak üzere, Köy Muhtarı Berç Kartun, Kilise Vakfı Başkanı Cem Çapar, Tatyos Bebek, Başepiskoposu karşılamak üzere havaalanına gitmişlerdi. Toplanan kalabalıkta köyün yerlilerinin yanı sıra Asdvadzadzin Bayramı’nı kutlamak için Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelenler de vardı. İstanbul’daki Vakıflı Köyü Derneği ise 45 kişiden oluşan bir misafir topluluğuyla gelmişti köye.
-DAVUL ZURNA EŞLİĞİNDE-
Misafirleri taşıyan otomobillerin belirmesiyle, davul zurnacılar bir anda coşkulu bir hava tutturdular. Kadınların bir kısmı zılgıt çekerken, kalan birkaç yüz kişilik kalabalık da alkış tuttu. Bu hengâme içinde kilisenin çanı da ipi kopana değin çalıyordu. Otomobilden indiği anda Bekçiyan’ın yüzündeki şaşkınlık ifadesi çok belirgindi. Karşısında, bir elinde rakı şişeleri tutan ve davul zurnanın ritmiyle dans eden orta yaşı geçkin adamları hayretle izledi bir süre. Doğal bir şaşkınlıktı bu. Ne de olsa Kilikya toprağına ilk kez ayak basıyordu. İlk kez ‘halk’ tanımına uygun bir kitleyle karşılaşmıştı. Daha önce gördüğü Ermeniler halk değil, olsa olsa cemaat mensubuydular. Sevginin içtenliğini karşısındakilerin gözlerinde fark edebiliyordu. Bu farkındalık, şaşkınlık ifadesini memnuniyete dönüştürdü. Mutlu bir tebessüm vardı şimdi yüzünde. Kilisenin girişinde bir oğlan ve bir kızın sunduğu ekmeği ve tuzu kutsadı, ardından da Peder Dırtad Uzunyan ile birlikte ‘Hraşapar’ ilahisi eşliğinde kiliseye girdi.
Köylülerin çoğunun gözünde, yıllar önce aynı coşkuyla Patrik II Mesrob’u karşıladıkları an canlanmıştı. Kısa bir şükür duasının ardından, konuklar ve bütün halk, kilisenin hemen yanı başında bulunan geniş alana yöneldiler. 300 kişiyi ağırlamak üzere kurulan masalarda defne dallarına geçirilerek ateşte kızartılan etin kokusu dört bir yanı sarmıştı.
-HALAYLAR, AĞIR HAVALAR-
Musa Dağı’nda 1939’a kadar Ermenilerin yaşadığı 7 köy, geçmişte de farklı etnik ve inanç gruplarından halklarla çevriliydi. Vakıflı Köyü sadece Musa Dağı’nda değil, tüm Türkiye’de varlığını koruyabilen tek Ermeni köyü. Ermenilerden boşalan köylere, 1939’dan sonra bir nüfus mühendisliği ile Sünni Türkler yerleştirildi. Vakıflı Köyü’nün aşağısındaki Zeytuniye Köyü’nde Arapça konuşan, Arapça ibadet eden Ortodokslar yaşıyor. İlçe merkezi Samandağ ise Arap Alevi bir nüfus sahip. Çarşıdaki yaygın konuşma dili Arapça. Bu kozmopolit ortam; Katoliklerin, Yahudilerin ve Protestanların da katılımıyla Antakya’da çok daha belirgin bir hal alıyor. Şemsettin Dönmez, vilayetin bu çok kültürlülüğünü bünyesinde yansıtan bir sanatçı. Bölgedeki tüm dillerde şarkı söylüyor. Onun müziğine duyarsız kalmak mümkün değil. Bu yüzden de halaylar saatler boyunca kesintisiz sürdü. Beklenti, bölgede yaşlılara özgü bir hava olan ‘Dzundırhavu’nun, yani ‘ağır hava’nın başlamasıyla gençlerin yerlerini yaşlılara teslim etmesiydi. Ama ne gezer? Biraz önce büyük bir şevkle halaya duranlar, şimdi de ağır havanın ritmiyle salınıyor. Bu hercümerç içerisinde Başepiskopos Bekçiyan ise eski sıra arkadaşları, okuldaşlarıyla bir köşeye çekilmiş derin bir sohbete dalmıştı. Boğos ve Nubar Silahlı, Krikor Meşaleciyan, Setrak Özer ve daha adını anımsamadığım niceleri, çocukluk yıllarına dönmüş, sevinçle anılar paylaşıyorlardı.
-YEDİ KÖY, YEDİ KAZAN-
Ertesi gün için yine yoğun bir program öngörülmüştü. Yoğunoluk ve Bityas köylerindeki harap kiliseler ziyaret edildi, okunan dualarla eskilerin ruhu yâd edildi. Sürpriz bir ziyaret de Çevlik Jandarma Karakolu’na yapıldı. Burada Karakol Komutanı’nın ricasıyla, Bekçiyan, önceden hazırlanmış bir fidanı toprağa dikti ve hayır dualarıyla can suyunu verdi. Günün akşamında yine şenlik ortamı hâkimdi. Bu kez Şemsettin’in yanı sıra Türkiye Ermeni toplumunun tanınmış şarkıcılarından Bartev Garyan da sahnedeydi. Öte yanda, geçmişin 7 köyünü simgeleyen yedi koca kazanın altında odun ateşleri tutuşturuldu ve toplamda 280 kilo kurban eti ile 105 kilo buğday, ağır ateşte sabaha kadar hemhal edildi.
Şüphesiz bu işin de ustaları var. ‘Çakı Dede’ lakaplı Tomas Keskin’in ölümünden beri harisa (keşkek) ateşi sabaha kadar Şişmanların Bedros Kahyaoğlu ile Mihran Kısadur’a emanet. Onları uyutmamak da köyün gençlerinin görevi. Türküyle, çalgıyla ustaları uyanık tutacaklar. Lakin bu sene netameli bir durum var. Konuk Başepiskopos, kendinden öncekilerin aksine, Antakya’daki beş yıldızlı oteller yerine köyün mütevazı misafirhanesinde kalmayı tercih etmişti. Bu durumda onu rahatsız etmemek için de türkülere ara verildi. Bekçiyan’ın köyde kalması, bir kez daha Patrik Mesrob Mutafyan’ı anımsattı. Antakya’da otelde oda ayarlandığı halde korumalarını atlatıp köye geldiği, köyde konakladığı konuşuldu.
Şişmanların Bedros şunları söyledi: “Korumaları yanında olmayınca, biz sabaha kadar odasının önünde devriye dolaşırdık. Bunu fark ettikten sonra bir daha gelmedi. Keşke sağlığı yerinde olsaydı, burada olsaydı da, biz yine sabaha kadar kapısında bekleseydik.”
Aman Allah’ım, “Keşke” denecek ne kadar çok şey var? Gün, benim için de sürprizler barındırıyor. Metin ve Istepan, eşleriyle birlikte Diyarbakır’dan sürmüş gelmişler. Nasıl sevinçliyim onlarla karşılaşmaktan, nasıl da özlemişim. Istepan, Diyarbakır dedikçe, Surp Giragos dedikçe hüzünleniyor, Sur’un son dönemdeki hallerini anlatıyor. Sonra Mihran Ulikyan’la karşılaşıyorum. Kilisenin inşaat yıllarından beri bu köye gönülden bağlanmış bir İstanbullu. Vakıflı Köye olan sevgisini şöyle anlatıyor:
“Yaşımı aldım. Bütün görevlerimi bıraktım. Tek bırakamadığım Vakıflı Köy ve Samatya’da Sahakyan Korosu’na olan bağlılığım. Unutmadan, bir de Beşiktaş.”
Bartev’in şarkıları birbiri peşi sıra çınlıyor havada. An itibariyle aklıma gelen tespitse, Kilikya Krallığı yüzyıllar önce tarihe mal olmuş olsa bile, Kilikya ruhunun halen tüm canlılığıyla bu köyde yaşandığı. Ertesi sabah bayram… Bekçiyan’ın, vaazında söylediği gibi, tanrıça Anahid’e üzüm salkımlarının sunulduğu, Hıristiyanlık sonrasında ise Anahid kültü yerine Meryem Ana’nın yüceltildiği bayram.
Ayinin bitimiyle, halk, harisa kazanlarına doğru yöneliyor. Etle buğdayın macun kıvamında iç içe geçtiği keşkek, uzun saplı koca odun kepçelerden plastik tabaklara, oradan da halka aktarılıyor. Istepan, Metin ve eşleri keşkeklerini yer yemez “Yolcu yolunda gerek” diyerek otomobillerine binip Diyarbakır’ın yolunu tuttular. Onlar gibi, İskenderun’dan, Mersin’den, Kırıkhan’dan, Adana’dan, Antakya’dan gelenler de birer birer ayrıldılar köyden.
Bütün bayramların en önemli ritüellerinden biri de mezarlık ziyaretidir. Pazartesi sabahı, sıra ölenlerin ruhları için dualar edilmesi ve mezarlara çiçekler konulmasında…
-İBRET ALINACAKLAR-
Bu koşuşturmaca içerisinde bulduğumuz bir fırsatta Patriklik Kaymakamı Başepiskopos Karekin Bekçiyan’a izlenimlerini sorma fırsatı buldum. Şunları söyledi:
“Birkaç açıdan çok olumlu duygular içerisindeyim. Öncelikle bu köyün yüzyıllar öncesine dayanan bir tarihi var ve o tarihi koruyan insanlar, aynı çabayı hiçbir ümitsizliğe kapılmadan ve var olan zorlukları aşarak günümüze ulaştırmışlar. İkincisi, bana gösterilen ilgiden dolayı çok mutluyum. Civar köyleri ziyaret ettim. Bu arada köyde yeni yapılan misafirhaneyi ve salonu gördüm. Bütün bunlar, yaşamın sürekliliğini betimleyen unsurlar. Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan tüm Ermenilere bu köyü ziyaret etmelerini tavsiye ederim. Hepsinin ibret alacağı çok şey gördüm burada.”
Fırsatı bulmuşken, taşrada çoğu kez de İslam kimliğiyle yaşayan ama dinine sadık kalmış Ermenilere karşı Patrikhane’nin tutumunun ne olması gerektiğine dair sorduğum soruya ise şu cevabı verdi:
“Eğer taşrada Ermeniler varsa ve bu Ermeniler Patrikhane yetkililerinin ziyaretlerini arzu ediyorlarsa, Patrikhane daima bu hizmeti vermeye hazır olmalıdır. Bu konuda fırsatlar, imkânlar ve ortamlar yaratmak bizim görevlerimiz arasında. Sonuçta İstanbul’da verdiğimiz dinî hizmeti Türkiye’nin her yerindeki kilisemiz mensuplarına vermek birinci görevimizdir.”
Son sorum ise, gündemde olan patriklik seçiminde taşradaki Ermenilerin oy hakkı olup olmayacağına dairdi. Şunları söyledi Değabah:
“Bu köyün kilisesi varlığını koruyor. Yanılmıyorsam, Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi de Patrik Mutafyan’ın seçildiği dönemde bir delege göndermişti. Bugün dinî ayinler yapılmasa da, bu kiliselerin bir vakıf yönetimleri var ve dolayısıyla delege göndermelerinde hiçbir sakınca yok. Kilisenin açık olduğu her yerden delegeler olması gerekiyor. Nitekim sürdürülen çalışmalardan oldukça memnunum. Uyumlu ve verimli toplantılar düzenliyoruz. Müteşebbis heyet deneyimli isimlerden oluştu. 10 Aralık’ta Delege, 13 Aralık’ta da Patrik seçimini hedefledik. Gerçi seçime kadar ne gibi gelişmeler olabileceğini kestirmek mümkün değil, ama yine de 13 Aralık tarihinin belirlenmesi bizim için uyumlu çalışmanın bir nişanesi.” Tamer Yazar