Sabah Gazetesi Yazarı Hıncal Uluç: “19 Mayıs 1919’da yola çıkan gemi, Mustafa Kemal’i ve onun kafasındaki Yeni Türkiye Ruhu’nu taşımasaydı, bugün Vakıflı Köyü, bugün Musadağ Müzesi, aynı daracık sokakta Ezan, Çan ve Hazan sesi olur muydu?”
“Mitosların ağır basmasıyla, 40 gün olarak belleklere yerleşen, ama aslında dağda geçen 52 gün… Hayvanları, erzakları, çolukları çocuklarıyla sürgün yolları yerine, dağ yollarına çıkmış Musadağlılar. Dağda; çatışmalar, ölümler, acılar derken, seslerini duyurabildikleri bir Fransız keşif gemisiyle Mısır’ın Port Said Limanı’na ulaşmayı başarmışlar. Mülteci hayatı başlamış onlar için. Kamplarda geçen zamanların ardından, 1919’da yaşanan trajedi sona erince, yaşanmışlıkları yanlarında, köylerine geri dönmeyi başarmışlar. Dönenlerin ekonomik durumu çok daha iyiymiş artık. Çalışmış, üretmiş, kazanmışlar çünkü Port Said’de. Dönünce de evlerini onarmış, yıkılan evler yerine yeni evler yapmış ve köylerine geri dönebilmenin sevinciyle yaşamaya devam etmişler. Şimdilerde yörenin en ünlü el sanatı olarak bilinen, hala kadınların arı gibi çalışıp ürettiği iğne oyasını öğrenmişler orada. Hatay’ın 1939’da Türkiye’ye katıldığı güne kadar, hayat güzelmiş onlar için. İşte o gün, yıllar önce, köylerinden uzaklaşmamak uğruna dağa çıkarak direnmeyi göze alan o cesur halk, acılı günleri tekrar yaşamak korkusuyla, varını yoğunu bırakarak terk etmiş vatan bildiği topraklarını. İşte Musadağ’ın yaşadığı asıl çöküş de bu olmuş. Musadağ Ermenilerini azaltan, 1915 değil, 1939’dur aslında.”
AGOS Gazetesi’nden Lora Baytar’ın kaleminden, 28.04.2015 tarihli bir anlatım bu. Bir zamanların 6 Ermeni köyünden geriye bugün sadece Vakıflı’nın kaldığını fısıldayan bir hikayenin anlatımı…
Eldeki bu hikâyeyi, kadim coğrafyanın ev sahipliğinde duran Hatay bağlamında ele alan son isim, Sabah Gazetesi Köşe Yazarı Hıncal Uluç oldu.
– YAYMAN’DAN!-
AK Parti Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman’dan, Hatay’a dair aldığı bir haberle ilk cümlesine başlayan Hıncal Uluç, köşesine taşıdığı Hatay ve Vakıflıköy için şunları kaleme aldı:
“Sevgili dostum, eski Kültür Bakan Yardımcısı, yeni Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman’dan aldığım haber harika bir 19 Mayıs armağanı oldu bana. 19 Mayıs 1919’da İstanbul’dan yola çıkan geminin yarattığı ‘Yeni Türkiye’nin ne olduğunu dünyaya anlatan bir haberdi o, çünkü…
Hatay, zaten Yeni Türkiye’nin simgesi bir ilimiz. Hatay halkı, Birinci Dünya Savaşı sonrası sınırları, kazananlar tarafından nerdeyse cetvelle ve petrole göre çizilen yapay Arap devletlerinden birinin parçası. Fransız sömürgesi olarak kalmaktansa, kendi oyları ile bu 19 Mayıs Türkiye’sine katılma kararı vermişti. Bu simge Hatay’da, bir de simge köy vardı. Gitmiş, görmüş, 18 Ekim 2018’de bu köşede yazmıştım size. ‘Minnacık’, ama nasıl ‘Dev’ bir köy diye… ‘43 haneli, 130 nüfuslu.. Ama dünyaya örnek Hatay’ın, anlamı dünyalara sığmaz şirin köyü’ demiştim.
Hatay, üç büyük dinin buluşma noktası adeta. Dünyanın ilk Hıristiyan kilisesi burada. Anadolu’nun ilk İslam camisi burada. 50 metrelik daracık bir sokakta hem cami, hem kilise, hem sinagog var. Ezan, Çan, Hazan sesleri aynı sokaktan yayılıyor.
Yayman dost, Öcal ağbim, Özay ve Ercan’la çıktığımız Hatay gezimize, genç Arkeolog Erdem Çinkay’ı mihmandar yapmış, ben de Erdem’e ‘Önce Vakıflı Köyü’ demiştim. Neden? Hazreti Musa ile Hızır Aleyhisselam’ın buluştukları ve birlikte, Kuran’da uzun uzun anlatılan yolculuğa çıktıkları yer, bu Vakıflı köyündeydi, işte.
Hz. Musa, Yüce Tanrı’nın kendisine tarif ettiği yere gelince, oradaki bir su kaynağının başında durmuş, eğilip bir tas içmek için, bastonunu ıslak ve yumuşak toprağa dikmişti. Döndüğünde, o bastonun yeşerdiğini gördü. O su, Hayat Suyu, Ab-ı Hayat, orda hala akıyor. Yüzlerce yaşında, ancak on kişinin el ele vererek sarabileceği devasa ağaç orda. Ve asıl önemlisi… Vakıflı, 19 Mayıs Türkiye’sinin tüm gelenek ve görenekleriyle muhafaza edilmiş tek Ermeni köyü.
Orada, unutulmaz dostlar edindim. Köyde, kadınlar kolu kurup, ürettikleri el işleri ve yerel şarapları satan ve adı ‘En Değerli’ anlamına gelen Kuhar Kartun! Telefonunun zili, ‘Sarı Gelin’ çalıyor… Anadolu ve Kafkasların ortak türküsü… Oturup kahve içmeden, Vakıflı gençlerinden Misak Hergel, köyün minik, ama çok şirin kilisesine götürdü beni. Nasıl güzel, nasıl sıcak…
Kahvede, emekli felsefe hocası, ama günümüz Feylesofu Boğos Silahlı ve Köy Ermeni Cemaati Başkanı Cem Çapar’la da tanıştım. Ne sıcak saatler geçirdim, Vakıflı’da. Hepsine, ‘Mutlak gene geleceğim’ sözü vererek, sarmaş dolaş olarak ayrıldık.
Yayman dostla anlaşmamız… 19 Mayıs Türkiye’si, Vakıflı’da, iki sene içinde Musadağ Müzesi açacaktı. O açılışta orda olacaktık işte. Yayman dost, Müze yöneticisi Lora Baytar Çapar’ın notunu iletti bana. Türkiye’nin tek Ermeni köyü, Hatay Vakıflıköy’de Musadağ Müzesi ziyaret edilmeye hazır.
Koronavirüs önlemleri sebebi ile resmi açılış, yıl sonunda veya 2021 yılında yapılacak ama… Müze, normalleşme durumunda, muhtemelen Haziran ayından itibaren ziyaretçilere açılacak.
Vakıflı Köyü, Türkiye’nin, toplum yaşantısını ve geleneklerini sürdüren, dilini kaybetmemiş tek Ermeni köyü ve korunması gereken kültür varlıklarından biri. Hatay’ın çok kültürlü yapısının önemli yapıtaşlarından biri olan köyün, geçmişten günümüze taşıdığı geleneksel yapı, kültür ve turizm açısından oldukça önemli. İşte bu bilinçle,Vakıflıköylüler, DOĞAKA (Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı) desteğiyle kolları sıvadı ve geçtiğimiz aylarda yapımı tamamlanan Musadağ Müzesi’ni kurdular.
19 Mayıs 1919’da yola çıkan gemi, Mustafa Kemal’i ve onun kafasındaki Yeni Türkiye Ruhu’nu taşımasaydı, bugün; Vakıflı Köyü, Musadağ Müzesi, aynı daracık sokakta Ezan, Çan ve Hazan sesi olur muydu? Musadağ Müzesi, işte bu yüzden, 19 Mayıs Türkiye’sinin simgesi.”
-MİSYONU-
Sabah Gazetesi Köşe Yazarı Hıncal Uluç’un köşesine taşıdığı Vakıflıköy Musadağ Müzesi için daha önceki bir açıklamasında müzenin kurulma sebeplerini sıralayan isim, Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Cem Çapar olmuş ve şunları dile getirmişti:
“Aslında bir köy müzesi olarak planladığımız müzemizde, hem Vakıflı’yı hem Ermeniliği hem de Hristiyanlığı anlatacağız. Çünkü hâlâ üniversite mezunlarından bile, Anadolu’da Ermeniliğin bir din mi, bir milliyet mi olduğunu; biz Ermenilerin Ermenistan’dan mı geldiğini; dinimizin ne olduğunu soranlar oluyor. Bizim, bu toprakların kadim bir halkı olduğumuzu anlatmaya ihtiyacımız var. Bir diğer görevimiz de, Türkiye’de, Türklerle Ermenilerin beraber yaşadığının, yaşayabildiğinin tespitini ortaya koymak olacak. Yani, ‘İşte burada, Hatay’da bir köy var. Burada Ermeniler yaşıyor; daha geniş bakarsak, Türklerle Ermeniler; Hristiyanlarla Müslümanlar beraber yaşıyor. Hatta bu durum, çok güzel beraberlikler, birliktelikler çıkarabileceğimiz anlamına geliyor’ düşüncesi altında, pek çok bölümü olacak bir vakıf müzesi kuruyoruz.” Tamer Yazar