Her şey, 28 Haziran 1914 günü bir Sırp öğrencinin, Saraybosna’da Avusturya-Macaristan Veliahdı Ferdinand ve karısını öldürmesiyle başlamıştı. Bu olay, ekonomik ve siyasal çatışmaların barut fıçısına dönüştürdüğü Avrupa’yı ateşe vermeye yetmiş, Avusturya-Macaristan, Almanya’nın desteğine güvenerek Sirbistan’a savaş açmış, Sirbistan’ın koruyuculuğunu üstüne alan Rusya’nın seferberliğe başlaması üzerine, Almanya da Rusya’ya savaş ilan etmişti.
O sıralarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Mehmet Reşat, V. Mehmet adıyla tahttaydı ve devletin yönetimi giderek İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eline geçmişti. Harbiye Nazırlığına (Milli Savunma Bakanlığı) yükselen Enver Paşa bir diktatör gibi ülkeyi yönetmeye başlamıştı. Enver Paşa’nın İstanbul’daki Almanya Büyükelçisi Baron Wangenheim ile yürüttüğü gizli görüşmeler 2 Ağustos 1914 günü imzalanan bir antlaşmayla noktalanmış, anlaşmanın 2. maddesi, Osmanlı İmparatorluğunun Almanya’nın yanında savaşa katılmasını şöyle bir koşula bağlamıştı: “Rusya, Avusturya-Maceristan’a karşı askeri önlemler alır ve bu yüzden Almanya savaşa girmek zorunda kalırsa, bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa katılması için yeterli neden olacaktır.”
Oysa, antlaşmanın imzalanmasından bir gün önce, 1 Ağustosta Almanya, Rusya’ya savaş açmıştı. Osmanlıların savaşa girme yükümlülüğü, anlaşma imzalanmadan doğmuş bulunuyordu. Enver Paşa, gizli antlaşmanın imzalandığı gün sınırlarımızda savaş tehlikesi belirdiği gerekçesiyle genel seferberlik ilan etmiş, bunu padişah Mehmed Reşad’a imzalatmış, onun uyuşukluğundan yararlanarak kendini “Başkomutan Vekili” atamıştı. Artık padişahın vekili olarak ve onun adına orduyu ve donanmayı istediği gibi yönetecek, gönlünce komuta edecekti.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya, İngiltere ve Fransa’ya savaş ilanı, Almanya’da sevinçle karşılanmış, dünyanın büyük bir savaşa doğru sürüklendiği günlerde, Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya hayranı genç bir subayın eline geçmesi Almanları çok memnun etmişti. Dünyaya egemen olmak ateşiyle yanıp tutuşan, Harbiye Nazırı, Başkomutan Vekili ve Padişah’ın damadı Enver Paşa, düşlerini gerçekleştirmek için uygun ortama kavuşmuştu. Üstelik atılacağı serüvende Tanrı’nın kendisine yardımcı olacağına içtenlikle inanmaktaydı. Bunun da ötesinde, Tanrı tarafından görevlendirdiği inancı iç dünyasına iyice yerleşmişti. Öte yandan, hükümet üyeleri ve üst düzeydeki Türk komutanları arasında savaşa girilmemesi yönündeki eğilim giderek güçlenirken, Almanlar savaşa bir an önce girilmesi için baskıyı arttırmıştı.
Ordunun elinde yeterli sayıda ulaşım aracı, yani at arabası, kağnı, at, eşek ve katır yoktu. Enver Paşa bu gerçeği biliyordu. Ulaşım aracı açığını, halkı taşıt gibi kullanarak kapayacaktı. Halk sırtında yürüyecek maddeleri taşıyarak ordunun ardından yürüyecek, sırtındakilerle hem kendi karnını, hem de savaşçıları doyuracaktı. Böylece ordu ve millet el ele Kafkasya’yı fethedecekti.
Tüm zor koşullara karşın savaş başladı. Enver Paşa’nın planı Sarıkamış Erzurum arasında bulunan Rus kuvvetlerini kuşatıp yok etmekti. Yeterli giysilerle donatılmamış, yazlık giysili, çarıklı savaşçıların önünde uçsuz bucaksız bir kar denizi uzanıyordu. Yorgun ve uykusuz, dondurucu soğukta, iki kişinin yan yana zor yürüyebildiği daracık dağ yollardan bin bir güçlükle ilerlemeye çalışan askerler, kalçalara varan yumuşak karla boğuşuyordu. Isı eksi 23, 24 dereceydi ama tek sorun aşırı soğuk da değildi. Vücut ısısını düşüren, donmayı kolaylaştıran açlık son kerteye varmış savaşçıların canına okuyordu. Enver Paşa bu koşullarda taarruz yapıp amacına ulaşacağını sanıyordu. Ancak, Türk ordusu tarihinde görülmemiş bir yıkım ve bozguna uğradı.
Sarıkamış Dramı’dan söz edilmesini yasaklamakla ve basına sansür koymakla uğranılan yıkımın büyüklüğünü uzun süre halktan gizlemeyi başaran Enver Paşa, dört savaş yılı boyunca cephelerdeki yenilgileri uydurma zafer haberlerine dönüştürerek ve sürekli propaganda yaptırarak halkın gözünde bir kahraman olmayı başaracaktı.
Alptekin Müderrisoğlu “Sarıkamış Dramı” adlı kitabında I. Dünya Savaşı sırasında düşmanla çarpışmadan donarak şehit olan askerlerin acı öyküsünü anlatırken, olayın korkunç boyutlarını, savaşçı anılarından, gazete haberleri ve birçok belgeden yararlanarak tüm yönleriyle ortaya koyuyor. Yazar, iki hafta içinde 90.000’i aşkın Türk gencinin donarak öldüğü tüyler ürpertici bu olayın Enver Paşa ile Albay Hafız Hakkı’nın kişisel tutkularının çatışmasından çılgınca tutumlarından, gerçekleri görmezlikten gelerek acımasız emirler vermelerinden doğduğunu, bu konudaki kaynakların çok sınırlı olmasını ise, insanlık tarihinin en insafsız komutanı saydığı Enver Paşa’nın Sarıkamış ile ilgili her türlü haber ve yayını yasaklayarak olayı unutturmak istemesinin rolü olduğunu söylüyor. 12 Kasım 1914- 5 Ocak 1915 tarihleri arasında yaşanan olayları ayrıntılı bir şekilde inceleyerek, gün gün sıralayarak açığa çıkaran yazar, yakın tarihimizle ilgili bildiklerimizi yeniden düşünmeye davet ediyor.
Orhan Tüleylioğlu