Türkiye yanıyor, yandı.
Ciğerlerimiz yanıyor, yandı.
Tam bir haftayı geçen süreç içerisinde yurdumuzun çeşitli yörelerinde çıkan orman yangınları nedeniyle yanıyoruz, ağlıyoruz, üzülüyoruz, çırpınıyoruz. Yangın Kemerköy termik santraline ulaştı, tahliye başladı.
Ancak bir hafta geçtikten sonra durumun ciddiyetinin daha iyi bir şekilde farkına varılması sonucu, yangını söndürme ve soğutma işlemleri için gereken topyekûn mücadele aşamasına gelinebildi.
Yurtdışından yapılan destek önerileri sonucu uçaklar gelmeye başladı.
Bu uçakların gelmesiyle birlikte ulaşılamayan bölgelere uçaklarla söndürme işlemi başlatılmak suretiyle yangınlar önemli ölçüde kontrol altına alınmaya başladı.
Gelen yardım uçaklarının pek çoğunun Türk hava kurumunun filosunda bulunan uçaklarla aynı model ve marka olduğu medyaya yansıyan haberlerden anlaşıldı.
İşte bu aşamada şu soru yüksek sesle sorulmaya başladı: Mademki bu uçaklar görev yapabiliyor ve orman yangınlarını söndürmede kullanılabiliyor o halde neden Türk hava kurumu envanterinde bulunan uçaklar kullanılmıyor?…
Kayyumla yönetilmeye başlanılan Türk hava kurumu envanterindeki uçakların, görev yapmaya hazır hale gelebilmesi için yaklaşık 4 milyon dolar civarında bir paraya ihtiyaç var imiş.
Rusya’dan kiralanan uçaklara ve Somali’ye ödenen paralar gözönünde tutulduğunda, bu 4 milyon dolar çerez gibi bir para olarak karşımıza çıkıyor.
Çerez parası bulunamıyor, ama kiralık uçaklara, Somali’ye ödenecek para bulunabiliyor!!!..
Bu nedenle bu soruya inandırıcı bir cevap verilemiyor, ülke yanmaya devam ediyor.
Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz coğrafyasında bu tür yangınların olabileceği önceden bilinmeli ve gereken önlemlerin alınması için hazırlıklar yapılmalıydı. Ama görünen o ki; yeterince hazırlık yapılmamış ve ancak aradan geçen bir haftaya yakın bir süre sonunda işin ciddiyetinin farkına varılmak suretiyle yangınla mücadele için gereken önlemler alınmaya, bu konuda tomalar diğer yangın söndürme araçları devreye sokulmaya başlanmıştır. Yeterli mi? Elbette ki yeterli değil.
Ülkemiz ve ciğerlerimiz yanarken, 28 Temmuz 2021 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren turizmi teşvik kanunu önümüze birden çıkıverdi.
Bu kanunun 1. maddesinin (b) fıkrası: Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri: Turizm hareketleri ve faaliyetleri yönünden önem taşıyan veya doğal, tarihî ve kültürel değerlerin yoğun olarak yer aldığı, korunması ve geliştirilmesinde kamu yararı bulunan yörelerde, koruma kullanma dengesi gözetilerek sektörel kalkınmanın sağlanması ve turizm sektörünün plânlı ve kontrollü gelişiminin sağlanması amacıyla yeri, mevkii ve sınırları Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilân edilen alanları,
(d) fıkrası ise : turizm merkezleri….Kamu yararı bulunan orman vasıflı olanlar dahil hazine taşınmazları ile tescili mümkün olan devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde yeri, mevkii ve sınırları Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilân edilen alanları… hükümlerini içerir.
Ülke yanarken bu yasanın yürürlüğe konulmasında fazla aceleci davranıldığı kanısındayız.
Yasanın resmi gazetede ilan edilmesi bir süre ertelenebilir ve yanan ormanlarımızın turizm bölgesi olarak kullanıma açılabileceği söylentilerinin önüne set çekilebilir idi.
Bu yapılmadı ve yasa yürürlüğe girdi. Hiç olmazsa Türkiye yanarken, bu uygulama bir süre ertelenmeli ve böylece yanan alanların şu veya bu nedenle turizme açılmayacağına toplum inandırılmalıdır.
YORUMLAR