Çünkü ‘Kral Çıplak’!
Sektörel eleştirileri noktasında konuşan ve “Sizden, el pençe divan durmanız bekleniyor. Bunun anlamı da, hiçbir zaman ‘kral çıplak’ demeyeceksiniz” diyen, Hatay Turizm Derneği Başkanı Hakan Boyacı, “İhtiyaçları bilme noktasında zaten hiç kimsenin bir endişesi yok. Bugün herkes, yapılması gerekenleri biliyor. Ancak uygulama safhasında bir birliktelik yok” tespitinde durdu.
Röportaj:Tamer Yazar
Anlatılan hikâyeye göre… Kralımız, sadece zekilerin görebildiği iddia edilen bir elbise diktirir. Kimse, dikilen elbiseyi göremez ama… Diğerleri, ‘aptal olduğu düşünülmesin’ diye, görüyormuş gibi rol yapar. Kral, yeni elbisesini deklare etmek için halkın arasına çıktığında ise olan olur ve biri, “kral çıplak” diye bağırmaya başlar. Ardından da gerçek, çorap söküğü gibi kulaktan kulağa yayılır!
Hayata dair; bazen ‘onay görmek’, bazen ‘ötekileştirilmemek’ ve bazen de ‘kazanan’ olmak için susarız. Anlamadıklarımızı ‘anlamış’, görmediklerini ‘görmüş’ gibi yaparız ama… Marifet, ‘kral çıplak’ diyebilmekte! Bugün tam da bu noktadan ilerleyelim ve Hatay Turizm Derneği Başkanı Hakan Boyacı ile yaptığımız keyif veren röportajın sorularına geçelim…
O zaman ilk sorumuz gelsin…
Hatay Turizm Derneği Başkanı olarak, genelde çok da konuşulmayan başlıklarda cesur eleştirilerinizle dikkat çekiyorsunuz. Peki, herkesin genelde suskun kaldığı konularda ‘kral çıplak’ derken, size gelen, yönelen tepkiler ne durumda?
Sektörel anlamda turizmi bilen insanlardan kesinlikle olumlu tepkiler geliyor. Herkesin ifade ettiği gibi, Hatay’ın birçok sorunu var. Turizm ya da altyapı ile ilgili sorunları var. Ancak bu sorunların çözümüne yönelik olarak çok az sayıda sivil toplum kuruluşu çıkıp da görüş bildiriyor ya da eleştirisini paylaşıyor. İnsanlar, bir kurumun yanında olunca, bu kurumu eleştirmemesi, eleştirememesi gibi bir durum ortaya çıkıyor. Sizden, el pençe divan durmanız bekleniyor. Bunun anlamı da, hiçbir zaman ‘kral çıplak’ demeyeceksiniz. Ne yazık ki, böylesi bir anlayış hakim son dönemde.
Peki, konuşmuyoruz ama… Korkuyor muyuz? Sebep bu mu?
Bir şehrin yönetimine, geleceğine yönelik konuştuğunuzda, bu, o noktalarda oturan makam sahiplerini bir şekilde rahatsız ediyor. Aslında doğru bir şeyler söylüyorsunuz ama… Eleştirilerin odağında duranlar, bu anlamda sanatı, kültürü, turizmi çok da bilmeyen insanlar, yeterince bilgi sahibi olmamış insanlar. Siz tabi; turizmi, kültürü, sanatı, estetiği bilmeyen birine şehirle ilgili bir eleştiri yaptığınızda, otomatikman sizi karşı cepheye koyuyor, ötekileştiriyor.
Konuştukça, ‘ötekileştiriliyoruz’ diyorsunuz bir bakıma, doğru mu?
Biraz, bu şekilde hissediyoruz açıkçası. Mesela bir eleştiri ortaya koymanızın ardından şunu beklersiniz… “İyi ki eksiklerimizi söylediniz, ki biz de bu eksikleri tamamlayarak hata yapmaktan kurtulduk. Çok teşekkür ederiz…” Ama Hatay’da, kurumların her hangi bir eksikliğini söylemeniz, ötekileşmenize neden oluyor. Hatta durum öyle bir hal alıyor ki, ‘O kim oluyor ki… Ben zaten yapıyorum, her şeyi yapıyorum!’ durumuna geliyor.
Hatay Büyükşehir Belediyesi tarafından, İskelet Mozaiği’nin çıktığı alanın üzeri, ‘Teleferik Projesi’ kapsamında çelik ve beton bir iskelet örtü ile kapatılırken, tarihçiler ve turizmciler, bir “açık hava müzesinin” daha heba edildiği görüşünde. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Hatay; her tarafı, tarihi kimliği ve geçmişi ile gerçek anlamda bir hazine. Bu anlamda, sadece iskelet mozaiğinin çıktığı İplik Pazarı’nı değil, genel anlamda bütün Hatay’ı çok doğru işleyemediğimizi, çok doğru değerlendiremediğimizi düşünüyorum.
Hatay’ın her noktasında bir açık hava müzesi yapabilecek düzeyde eserlerimiz var. Ne kadar çok müze, lokasyon ve bu açıdan bir destinasyon yaratabilirsek, gelen turisti o kadar uzun bir süre Hatay’da tutabiliriz. Bu, çok basit bir denklem aslına bakarsanız.
Defne ilçesi Uğur Mumcu Meydanı’nda çıkan eski Roma kalıntıları noktasında adreslenen kazı alanı da bu kayıplardan biri mi sizce?
Olabilirdi, ama orada buna dair bir projenin yapılabilirliğini çok fazla bilmiyorum. Yine de düşünüldüğünde, o yol yapılmayıp, kazı alanın etrafından geçirilebilir miydi? İşte bunu iyi sorgulamak ve değerlendirmek gerekiyor. Bu yorumum, yapılabilir yerler için geçerli. Bakın mesela, geçtiğimiz yaz döneminde, Burdur’daki Sagalassos antik kentini gezdim. Dağın tepesinde bir yer. Ama inanılmaz bir antik kent. Öyle ki, çevresinde bir tane bile yerleşim yeri yok. Tabi baktığınızda, bu, orası için inanılmaz bir şans. Bunun yanı sıra hiçbir tahribata da uğramamış. Orada, 2 bin yıl önce yapılmış bir çeşmeden bugün bile akmaya devam eden sudan içtik. Buna inanabiliyor musunuz? Ama Hatay’a dönüp baktığınızda, gördüğünüz şey o kadar da güzel ve olumlu değil. Zira Hatay’ın her tarafı, ne yazık ki çok kötü kullanılmış. Her yere inşaat yapılmış. Her yerin üzeri, yeni yerleşim alanları ile doldurulmuş. Bu anlamda, çok fazla açık hava müzesi yapabilecekken, bunu yapamıyoruz. Galiba, bu bir vizyon meselesi.
Biz, gelen bir turisti, Hatay’da daha fazla tutacak şartların oluşmasını konuşuyoruz aslında. Peki, bugün bir turist, Hatay’a geldiğinde, bugünkü şartlarda kaç gün kalıyor?
Hatay için, 2 ya da 3 günlük programlar yapılıyor. Bununla beraber, GAP endeksli programlar yapılıyor.
Bununla bağlantılı olarak sorarsam… Hatay Valiliği, DOĞAKA ya da diğer kurumsal kimliklerle beraber turizm çalıştayları yapılıyor. Bu çalıştaylarda çok ciddi başlıklar ortaya çıkıyor, tartışılıyor, çözümler, öneriler paylaşılıyor. Peki, çözüm odaklı bu kadar çok konuşurken, bunca sorunu nasıl oluyor da biriktirebiliyoruz?
Hatay insanı, potansiyeli olan insanlar. Birçok kurum, benzer çalışmaları ve programları yapıyor, ortaya da o bahse konu ihtiyaçlar net bir şekilde konuluyor. İhtiyaçları bilme noktasında zaten hiç kimsenin bir endişesi yok. Bugün herkes, yapılması gerekenleri biliyor. Ancak uygulama safhasında bir birliktelik yok. Kurumsal bir birlikteliğin olmaması, bizi, sonuca götürmede çok yavaşlatıyor, çok engelliyor. Birliktelik dediğim şey, ilgili kurumların birlikte hareket edebilmesi.
UNESCO Gastronomi kimliği ile EXPO çalışmalarının, birer belediye projesi ve yükümlülüğü gibi algılanması da buna mı dair?
Bence bu aksaklığın temel nedeni, kentte bu çalışmaların yapılabileceği ortak bir komitenin olmaması. Bu anlamda, kurumların, Hatay’ın geleceğini birlikte planlaması lazım. Hatay’ın geleceği, bugün Büyükşehir Belediyesi’ni ilgilendirdiği kadar Valiliği de ilgilendiriyor, Kültür Bakanlığı’nı da ilgilendiriyor, merkezi Hükümeti de ilgilendiriyor. Asıl olarak da, Hatay’daki bütün sivil toplum örgütlerini ilgilendiriyor. Bütün kurumların, Hatay’ın geleceği için kenetlenmesi gerekiyor. Birlikte bir görev dağılımı yapmak gerekiyor. Yani bir futbol takımı gibi olmalı! Eğer olmazsak, Hatay olarak çok geride kaldık. Gelecekte de çok geride kalırız!
Daha önce de konuştuğumuz bir başlıkta ilerleyelim istiyorum. Sizce, Gastronomi Evi bir restoran mı, yoksa üstlendiği misyon bağlamında kent adına özel bir sunum yapmak durumunda mı?
Bu konuda ne düşündüğümü daha önce sizlerle paylaşmıştım. Buradaki yönetici arkadaşlarımız, benim ortaya koyduğum düşüncelerden çok hoşnut olmadılar. Oysaki o zaman da kötü bir şey ifade etmemiştim. Sadece, işleyen bir yöntemle ilgili, olması gerekenle ilgili bir cümle kurdum. ‘Dost acı söyler’ atasözü de buradan çıkıyor! Doğruların söylenmesi, insanların çok da hoşuna gitmiyor.
Bakıldığında, Gastronomi Evi’nin örnekleri var. Türkiye’de, benzer çalışmalar var. En yakınımızda, Gaziantep’te bunun bir örneği var. Açıkçası, buradaki işleyiş, bizim çok beğendiğimiz, çok hoşumuza giden bir işleyiş.
Burada önemli olan şu… Gastronomi Evi; Sektörün ilerleyişini, duruşunu, gelişimini hedefleyen bir konumda olmalı. Buranın, sektöre, restoranlara eğitim vermesi, önderlik etmesi lazım. Bu anlamda, bütün restoranlarımızda, aynı kalitede ürünleri bulmamız lazım. İkincisi… Kaybolmaya yüz tutmuş lezzetlerimizi gün yüzüne çıkarıp, bütün restoranlarda bunun menülere girmesini sağlamamız lazım. Üçüncüsü… Gastronomi kimliğinin tanıtımının yapılması lazım. Bir Gastronomi Festivali mesela. Gastronomi ile ilgili ünlü gurme ve şeflerin Hatay’a gelmelerini sağlamak ve kentin tanıtımına bu anlamda bir yol açmak lazım. Dördüncüsü… Bütün Hatay sınırları içindeki ürünleri, Gastronomi Evi’nde bulabilmemiz lazım.
Yani, standart bir lokanta değil!
Evet… Lokanta vizyonu ile olmamalı. Aslında, sizle yaptığımız röportajda buna dair düşüncelerimin ardından, benle diyaloga geçmelerini ve ‘neler yapabiliriz’ noktasında kendileriyle bir araya gelmeyi isterdim. Hatta bana, ‘gelin, işin ucundan siz de tutun’ demelerini beklerdim.
Son olarak… Gastronomi Evi’ni siz yönetiyor olsaydınız, önceliğiniz ne olurdu?
Eğer Gastronomi Evi’ni ben yönetseydim, oraya tek bir usta bile almazdım! Antakya’nın, bugüne kadar, Gastronomisi ile ilgili hizmet vermiş en ünlü restoran şeflerini ve sahiplerini çağırırdım. Bu 5 olur, 6 olur… Öncelikli olarak, bir komisyon kurardım. Ardından da, Gastronomi Evi’nin çalışması için birlikte bir planlama yapardım. Ama bunu yapmıyoruz, yapmadık. Bugün, ‘çok müşteri geliyor’ demek, burayı çok doğru yönetiyoruz anlamına gelmiyor. Diğer taraftan, ikincisi… Bir envanter çalışması yapardım. Bütün sahayı köy köy, ilçe ilçe dolaşıp, o ilçedeki yemeklerin, kaybolmaya yüz tutmuş lezzetlerin ortaya çıkarılmasını sağlardım. Üçüncüsü… Bir yemeğin lezzetini belirleyen ana unsur, malzemesidir. Bu malzemenin doğal üretimi ile ilgili altyapı çalışmalarını yapardım. Dördüncüsü… Bütün restoranlardaki şeflerin “ortak kalitede ürün” üretmesi için reçeteler hazırladım. Komite’den bahsettik ya… Mesela, ‘humusun reçetesi budur’ gibi!
Hep dediğimiz gibi… Kurumsal bir koordinasyon ve senkronizasyon, Hatay’ı çok iyi yerlere götürür.
Teşekkürler…