Ümit Kaftancıoğlu düşünen, araştıran, doğru bildiğini söylemekten kaçınmayan bir yazardı. TRT Kültür Yayınları Bölümü’nde prodüktör olarak çalışıyor, başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere birçok gazete ve dergide toplumsal sorunlara ilişkin yazılar yazıyor, eleştiri ve önerilerde bulunuyordu.
Bütün Türkiye’nin belleğinde yer eden programlara imza atan Kaftancıoğlu, 1970 yılında Dönemeç adlı öykü kitabıyla TRT Büyük Ödülü’ne, 1972 yılında Hakullah adlı röportajıyla Milliyet gazetesi Ali Naci Karacan Ödülü’ne değer görüldü.
Kaftancıoğlu, 1935 yılında Ardahan’ın Hanak ilçesine bağlı Koyunpınar köyünde, yedi çocuklu yoksul bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelmiş, çocukluğu Dede Korkut boylarının zengin anlatım geleneği içerisinde, halk âşıklarının, söz sohbet bilenlerin dizinin dibinde destan, masal, türkü, efsane dinleyerek geçmişti. Daha ilkokula başlamadan, okuma yazmayı öğrenerek, köyün mektupçusu ve köy odalarının kitap okuyucusu oldu. Beş yaşında çok iyi bir okur olduğu için, köy ve çevre ileri gelenleri onu evlerine götürür, “Tanrı vergisi” dedikleri bu erken okuma olayını yakından izlerlerdi.
İlkokulu kendi köyünde okuyan Kaftancıoğlu, Cılavuz Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra bir süre ilkokul öğretmenliği yaptı. Daha sonra Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü edebiyat bölümünü bitirip Türkçe öğretmenliğine başladı. Askerlik dönüşü, TRT’nin açtığı sınavı kazanarak, köy yayınları bölümünde göreve başladı.
Ünlü yazarların arasından sıyrılıp TRT Büyük Ödülü’nü almasıyla edebiyat dünyasında tanınmaya başladı. İlk yapıtı Dönemeç, köyünden kalkıp, parasız yatılı okula ulaşmak isteyen bir köy çocuğunun, yani kendisinin öyküsüydü. Çocukluk yıllarındaki gözlemlerine dayanarak bu bölgenin ilginç yönlerini başarıyla anlatıyordu. Bu öykü aynı zamanda, hiç okuma olanağı bulamayan milyonlarca köy çocuğu, ilkokulu bitirip köşelerinde, karanlıklarda, dağların ardında kalan milyonlarca köy çocuğunun da öyküsüydü. Kaftancıoğlu, ülkemizdeki eğitim eşitsizliğini, güçlükler karşısında boynu bükük, uygarlığın bütün nimetlerinden ve olanaklarından yoksun, alınyazılarıyla baş başa bırakılmış, umut içinde geçen, zaman zaman umutsuzluğa dönüşen yaşamları, yüksek ve geçit vermez dağların, sert kışların ortasında yürekleri iyilikle dolu insanları yazdı. Yapıtları büyük ilgi gördü.
Ümit Kaftancıoğlu, 11 Nisan 1980 Cuma günü, sabah saatlerinde evinden kızı Pınar’ı okula götürmek ve oradan da işine gitmek üzere arabasına bineceği sırada, iki kişinin yaylım ateşine tutuldu. Sırtına ve göğsünse isabet eden beş kurşun nedeniyle ağır yaralanan Kaftancıoğlu, Şişli Hastanesi’ne kaldırıldı, ancak ameliyata alınmadan yaşamını yitirdi. Saldırı sırasında Kaftancıoğlu’nun yanındaki 12 yaşındaki kızı saldırıdan yara almadan şans eseri kurtuldu. Nurcan Kaftancıoğlu olaydan sonra, eşi Ümit Kaftancıoğlu’nun iki yıldır sürekli tehdit edildiğini, buna karşın onun canlılığından, sevecenliğinden ve inançlarından bir an bile ayrılmadığını, yılmadığını söyledi.
Ümit Kaftancıoğlu, öldürülmeden kısa bir süre önce bir bant doldurmuş düşlerini, umutlarını anlatmıştı:
“(…) Ölüm hiç önemli değil. Yaşam var dağ gibi… Yaşam var gökyüzü, deniz. O insana şaşarım bin bir meyve yüklü ağacın altında yere düşen sararmış bir yaprağa üzülsün. O insana acırım bin bir kurbağa viyaklamalarını duymaz, gününü, ömrünü bitiren bir sineğe üzülür.
Yaşam varolmak, anlam varlık ve dinamizmdir. Ölüm yokluktur, karanlıktır… Sıfır. Sıfırla hangi rakamı çarparsanız çarpın sonuç bir başka değer, sonuç artı ve sonuç varlıktır. Kötülükler iyiliklerin değerini, çirkinlikler güzelliklerin niteliğini, yokluklar varlıkların anlamını, yoksulluklar zenginliklerin kalesini oluşturur. Kıraç, yanık, susuz çöller ovaların, ormanların, yağmurun, denizin anasıdır, yaratıcısıdır. Deniz, ırmak, varlık, orman, yeşil, güzellik, sıkıntı yaşam tablosunda karşıtlarından daha kutsal değildir. Daha güzel ve daha anlamlı değil. Yokluğa, yoksulluğa, çirkinliğe, kötülüğe daha çok saygı duydum. Bir fabrikanın varlığı sermayesi mi, makinesi mi, patronun kasası mı? Elbette hayır. Bir fabrikanın varlığı işçisi. Arılar gibi bal yapan, üreten, yaşamı sürdüren işçiler. İşçilerin sesi, eli ayağı, evi, yolu, ekmeği, tulumları, çocukları, semti, gecekondusu, fırını, bakkalı, kasabı, yol parası, gelişi, gidişi, grevi, tutumu, sigortası, güvence savaşımı… Yaşamı oluşturan zincir budur.
Ey Truva surları önündeki kılıç sesleri! Tanrılar! Patroklos! Aşil! Priamos! Hektor! Yaşam için günlerce kılıç sallayan Hektor! Ey yaşam için demir eriten, eriyen işçi! Ey yaşam için yüzü güleç, geri dönmeyen varlık!
Selam olsun hepinize, herkese, yaşama, yaşam sevincine bin selam!”
Roman, öykü, çocuk öyküleri türlerinde seçkin ürünler veren Kaftancıoğlu, “Dilden Dile” ve “Yurdun Dört Bucağı” adlı radyo programlarıyla da ses getiriyordu. O yıllarda “Dilden Dile” ölçüsünde dinleyici bulmuş bir başka program yoktu. “Köroğlu” adlı incelemesi de büyük yankı uyandıran Kaftancıoğlu’nun yayımlanmış 17 yapıtı bulunuyordu.
Kaftancıoğlu halkını bilinçlendiren, aydınlatan bir yazardı. Doğup büyüdüğü yerlerin sıkıntılarını, güçlüklerini, kimsesizliğini, unutulmuşluğunu yazdı. En başta inanç sömürüsü olmak üzere her türlü sömürüye, soyguna, gericiliğe karşı çıktı. Gerçeklere ayna tuttu. Atatürk ilkelerine aykırı davranışlara son verilmesini istedi. Ülkesinin aydınlık geleceğine inandı.
Kültürümüze ve düşünce hayatımıza daha çok katkılarda bulanacağı bir sırada faşist saldırganların kurşunlarına hedef olan Ümit Kaftancıoğlu, yürekli bir aydın, alçakgönüllü bir yazın eri, ülkemizde yetişen nadir değerlerdendi. Suçu, insanları, halkını sevmek, güzel bir dünya için yazmak, bunun için savaşmaktı…
YORUMLAR