Bu kenti de bu nehri de…
Bir sandal geçer, yorgun kentin orta yerinden akmaya çalışırken dibindeki çamura, üzerinde ki çöpe, etrafında uçuşan sineklere takılan nehirde. Ve o nehir, direnir! Yaşamı için, nefesi için, en çok da anlatılmayı bekleyen hikayeleri için…
Hikaye değişmez, ne ona dair ne de onu bu hale getirenlere dair. Yaşananlar aynıdır o yüzden! Zamanında, üzerindeki eski Roma’dan kalma taş köprüyü yıkanlar, bugün aynı öfkeyle kirletmeye devam eder her bir damlasını. Ama umut hep vardır. Kimi zaman o umut, oltasını, nehrin inatla akmaya devam eden sığ sularına savuran balıkçıların misinasıdır, kimi zaman da kalan sular üzerinde salınan tahta bir saldır.
O olta sahiplerinden biri konuşsun, kalan-kalabilen umuda dair:
“Eskileri hatırlayanların Asi’si ile bugünün insanlarının Asi’si farklıdır. Burada görüntü o kadar değişti ki ve her şey o kadar eksildi ki… Şimdilerde oltanın ucuna bir balık takıldığında bayram ediyoruz ya, o zamanlar ağ atarlarmış. Öyle çok balık çıkarmış ki, bugünün kuraklığında kaybolan o dün hayallere bile sığmazmış. Şu sandalı görüyor musunuz? Keyif veriyor değil mi? Ona bakınca eski Antakya’yı hatırlıyorum. Şimdilerde kalmayan Antakya’yı. Parça parça kaybettiklerimizi. Hüzün basıyor. Üzülüyor insan. Yarın ne olacağımıza dair de korkutuyor. Ama en korkutucu kısım da nedir biliyor musunuz? Biz, dünü bilenler yarından bu kadar korkarken, bugünü bilip yarını bekleyenlerin rahatlığı ürkütüyor.” -Tamer Yazar-