Kayıp bir zihin ve yaşamın ötelenmez ritmi gibi yüzümüze her daim sırnaşan bir endişe…
“Ana karnındaki yumurtayla ilgilenen toplum, doğan çocukların yüzüne bile bakmaz.” diye öfkeleniyor Simon De Beauvoir
Bireyin ve özellikle doğanın toplum eliyle örselendiği bir çağ. Farkında olmak ya da soyutla somutun ikileminde yaşanan izdüşüm hali.
Yazmak…
Toplumun acısına kayıtsız bir yazarlık olur mu bilmem, lakin yazarın ve doğanın acısına duyarsız bir metin olmamalı…
Çünkü kaygıya ilişen ilk soluk yazarındır… Yazar sevicilerden, imzalardan, her türlü söyleşi ve etkinlikten bağımsız bir kaygı…
Kendiliksiz soluklara kulak vermek… Bir karıncanın adımlarına yaslanmak…
“Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım…” diye yazmış Oğuz Atay
En nihayetinde yazar, çağının tanığı olmalı fakat çağının toplumsal kısırlığına sırnaşmayan bir tanışıklıkla. Toplumdan önce bireyin sesiyle buluşmalı. Özgür bireylerin yaratacağı özgür bir toplumun hayalini kurarak biraz da…
Çünkü edebiyat da tıpkı trajediler gibi yaşadığı dönemle birlikte, gelecekten de sorumludur… El ile tutulup, göz ile görülecek biçimde var olan, hiçbir biçimde yadsınmayan gerçek gibi… Ne dilde, ne felsefede nede günlük hayatta kucaklayamadığımız o gerçek…
Fiilin, yani somut varoluşun bize ait olma meselesi.
“Ama bütün insanların ihtiyacı olan bir şey daha vardır: Kim olduğumuzu ve neden yaşadığımızı bilmek…” diye araya giriyor Jostein Gaarder
Canlının ve doğanın acısına kayıtsız bir edebiyat olur mu bilmem, lakin edebiyatın acısına duyarsız bir metin olmamalı… Bir metin sürekli teyakkuz halinde olmalı. Rehavete kapılmadan. Bir toplum hastalığı olan baştan savmacılığa boyun eğmeden özellikle…
Hayatı bir hece işçiliğinin sınırında yaşamak nasıl bir trajediyse o.
Hayal, ses ya da sizi inadına uyandıran kaygılı bir ritim…
Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sına göz atalım öyleyse; “Hâlbuki konuşmaya ne kadar muhtacım. Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir…”
Bir görüntünün etrafında zıplayan garip yaratıklarız çünkü. Önyargının, toplumdan komşuya indirgendiği bir çağda yazmak hangi bireyi sağaltır?
Bir erkeğin sadece erkekçe
Bir kadının sadece kadınca
Bir toplumun kalabalık halinde söylendiği bir çağda, normal tepkileri göz ardı eden, eş zamanlı bir bunalım hali…
Ve Eray Canberk’le bitirelim.
“Ben nasıl yanılmışım bilmiyorum bilmiyor
ne çok anlatamadığımı gizlemekle
Umarsız iniyor umarsız akşam iniyor
Bir çiçek bırakıyorum gecenin başladığı yere…”
Murad DEMİRKOL