Çok partili yaşama geçişimizden bugüne kadar ki süreç içindeki tüm evreleri bizzat yaşayan biri olarak, bugün bazı konuları sizlerle paylaşmak ve bazı hususları da hatırlatmak gereğini duyuyorum.
Hani tek parti iktidarı denilen, hani ülkemizin diktatörlükle yönetildiğini söyleyenlerin iddiaları varya. İşte o dönemlerde bile, yurttaşlarımız düşüncelerini rahatlıkla açıklayabilme, basın ise dördüncü güç olarak görevini etkisiz ve baskısız bir şekilde yerine getirme olanağına önemli ölçüde sahip idi.
Tartışmalı 46 seçimlerinden sonra dünyaya örnek olacak bir biçimde yapılan 14 Mayıs 1950 seçimleri ile iktidar CHP’den demokrat partiye geçmiş idi.
DP döneminde de gerek iktidar, gerek muhalefet kanadında bulunanlar görüşlerini rahatlıkla ifade edebilme, basın ise gerek gördüğü konuları rahatça yazabilme olanağına sahip idi.
Ancak belli bir süre sonra DP yöneticileri eleştiriye tahammülsüzlük göstermeye başladıkları için, düşünce özgürlüğü üzerinde bazı baskılar oluşmaya başladı. Bunun sonucu olarakta demokrasi önemli yaralar aldı.
27 Mayıs askeri müdahalesinden sonra kabul edilen 61 anayasası ve onu izleyen süreç içerisindeki çift meclisli parlamento çalışmaları ile demokrasimiz yeni bir döneme girdi.
Bu süreç içerisinde koalisyonlar dönemi de başladı. Özellikle özgürlükler konusunda daha rahat bir ortamın oluştuğu görüldü. Ancak yinede bazı konularda tahammülsüzlük örnekleri sergilenmeye ve bunun sonucu olarakta sertleşme durumları ortaya çıkmaya başladı.
12 Eylül askeri darbesi ile bir süre, bir demir yumruk tehdidi altında yaşandı. Birçok yurttaşımız yaşamını kaybetti. Ceza evlerine atıldı. Sonunda yine demokratik yaşam için gerekli ortam önemli ölçüde sağlanır hale geldi.
12 Eylül darbesinden sonra toplumda oluşan korku ve bunun sonucu olarakta suskunluk emareleri zaman içinde yerini korkusuzluğa ve rahat bir şekilde konuşabilmeye terk etti.
Böylece yıllar su gibi akıp gitti.
İnişler oldu. Çıkışlar oldu. Demokrasiyi zaafa, hatta kesintiye uğratmak gibi arayışlara da rastlandı. Ama toplumun demokrasiye olan inancı ve bağlılığı tüm olumsuzlukları aşma imkânını sağladı.
2000’li yıllarda özelikle ekonomide yaşanan dar boğaz sonucunda ,yine bir gerginlik ve bunun neticesi olarak eleştiriye tahammülsüzlük anlayışı egemen olmaya başladı. Toplum susturulma yada başka bir anlatımla uyutulma, bulunduğu duruma razı olma, her şeyi tevekkülle karşılama anlayışına sevk edilmeye çalışıldı.
Gerek iktidar, gerekse muhalefet yanında görüş sahibi olanlar bile bu anlayış içerisine sokulmak istendikleri için toplumda bir çekingenlik, bir korku, her şeyi tevekkülle karşılama ve bulunduğu duruma razı olur hale gelme anlayışı giderek geniş bir kesimi etkisi altına almaya başladı.
Bulunulan durumun, toplumun önemli bir kesimince şu veya bu şekilde uyutulma ya da etkisiz hale sokulma şeklinde yorumlama dönemi başladı.
“Konuşması gerekenler konuşamaz, yazması gerekenler düşündüklerini ve inandıklarını yazamaz, söyleyemez bir duruma geldiği anlayışı kamuoyuna yer etmeye başlayınca, sessiz ve suskun bir toplum haline gelme durumu ile karşı karşıya kalındı.
İşte bugünkü sessizlik, suskunluk, kendilerine sunulanla yetinme ve daha fazlasını arama gereğini duyamama anlayışı sonucu, gerek iktidar gerekse muhalefet cephelerinde bir takım yanlış adımlar atılmaya, yanlış uygulamalar yapılmaya, yanlış sözler söylenmeye başlandı.
1945’ten bu yana demokrasimizin geçirdiği evrelerin kısa bir özeti bunlardır. Ama inanıyoruz ki; bundan önceki zorlukların aşılması gibi, bugünde içinde bulunulan zorluklar, sıkıntılar aşılacak ve demokrasimiz yine tüm kurum ve kuralları ile ülkemizde egemen olacaktır. Zira korkunun ecele faydası yoktur.
Yeter ki uykudan uyanalım….”
YORUMLAR