YOK OLAN İNSAN, YOK OLAN YAŞAM

Laz müziğini rock müziği ile birleştirerek kendi tarzını yaratan Kâzım Koyuncu, 2001 yılında yayınlanan Viya! adlı ilk solo albümünün kapağına şunları yazmıştı: “Nereye… Artvin ve Bergama’da siyanürle altın arama belası, Akkuyu’da nükleer santral, Gökova’da termik santral, Fırtına Vadisi’nde hidrolik santral derken şimdi de ki aslında çok zaman önce başlayan Samsun-Sarp sahil yolu projesi. Bu proje […]

Laz müziğini rock müziği ile birleştirerek kendi tarzını yaratan Kâzım Koyuncu, 2001 yılında yayınlanan Viya! adlı ilk solo albümünün kapağına şunları yazmıştı:

“Nereye… Artvin ve Bergama’da siyanürle altın arama belası, Akkuyu’da nükleer santral, Gökova’da termik santral, Fırtına Vadisi’nde hidrolik santral derken şimdi de ki aslında çok zaman önce başlayan Samsun-Sarp sahil yolu projesi. Bu proje kapsamında yok edilen ve durdurulmazsa tümüyle yok edilecek olan sahillerimiz ve çocukluğumuz ve geleceğimiz ve tarihimiz ve yaşam. İnsan hayatının hiçe sayıldığı, kendinden olmayanın değersiz görüldüğü, barışın ve kardeşliğin önemsiz sözcükler, insanın en değersiz şey olduğu ülkede yok olan sen, yok olan ben, yok olan sevgi, yok olan insan, yok olan yaşam.”

Kâzım Koyuncu, daha ilk albümüyle Türkiye genelinde tanındı, konserleri büyük kitlelerce izlenmeye başladı. 2004 yılında çıkan Hayde adlı ikinci albümü büyük bir satış rakamına ulaşırken, yılın en çok satan albümlerinden birisi oldu. Müthiş bir tempoyla hem Karadeniz kentlerinde, hem Türkiye’nin her bölgesinde hem de yurtdışında konserden konsere koşan Koyuncu, hastalığıyla büyük bir mücadeleye girerken etrafındaki sevgi çemberiyle bu zor zamanların geçeceğine inanıyordu.

Kâzım Koyuncu, Çernobil nükleer kazasının yol açtığı kanser hastalığından yaşamını yitirdiğinde henüz 33 yaşındaydı. Kısa yaşamı boyunca çevre sorunlarıyla yakından ilgilenen sanatçı, doğanın düşmanlarına ve nükleer santrallere karşı çıktı. Karadeniz Sahil Yolu inşaatına karşı Rize ilinin Fındıklı ilçesinde düzenlenen eylemlere destek verdi. Yaşamı, hastalığı, bilimi ve politikacıları sorguladı. Piyasanın istediğini değil, güzel olduğuna inandığı şeyleri yaptı. Devrimci bir duyarlılıkla, doğayla uyumlu özgür bir toplum düşledi:

“(…) Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”

Kâzım Koyuncu, dünyaya o unutulmaz güzel sesini bırakıp veda ettikten sonra da doğa katliamı büyük bir hızla devam etti ülkemizde.

Son yıllarda örneğin, Kazdağları Kirazlı’da başlayan altın arama faaliyetleri sırasında 350 bin ağaç kesildi. Ülke genelinde ormanlık alanın yüzde 58’lik bölümüne maden ruhsatı verildi. İstanbul Havaalanının inşası sırasında su birikintisi denilerek 70 kadar göl kurutuldu. Ordu’nun yüzde 74’ü maden şirketlerine açıldı. Altın madencileri ülkenin dört bir yanına yayıldı. Erzincan’dan, Balıkesir’e, Niğde’den, Fatsa’ya ülkenin onlarca yerinde siyanürle aranan altın, bölgenin ekolojik yapısını alt üst etti. 686 lisanslı HES projesinin bulunduğu ülkemizde neredeyse her derenin önüne bir, bazen birkaç tane HES yapıldı. Aydın başta olmak üzere ülkenin tarım ambarı olan ovalar elektrik enerjisi üretimi için kurulan jeotermal enerji santralleri tarafından adeta istila edildi. Gümüşhane’nin merkeze bağlı Dumanlı köyünün Taşköprü Yaylası’ndaki buzul çağından günümüze kadar gelmiş 12 bin yıllık göl dibinde hazine aranması için valilik oluru ile boşaltıldı. Kendisi başlı başına bir hazine olan göl ne yazık ki bir hazine safsatasına kurban edildi. Türkiye’nin neredeyse tüm göl alanları kirlilik nedeniyle doğal dokusunu kaybetti. Doğal göller ve sulak alanlarda su miktarıyla beraber su kalitesi de azalırken, biyolojik çeşitlilik tehdit altına girdi. Menderes Nehri, Sakarya Nehri ve onlarca nehrimiz kuruma noktasına geldi. Muğla’da meydana gelen orman yangınlarıyla birlikte ormanlık alan yüzde 60’a düştü. Yıllardır çevresindeki kentlerin atıklarının boşaltıldığı Marmara Denizi pislikleri “deniz salyası-müsilaj” olarak kustu. Koruma altında olan alanlar bile ranta kurban ediliyor. Tüm dünyanın vazgeçtiği nükleer enerji için Türkiye adımlarını hızlandırdı. Mersin’deki Akkuyu inşaatı tamamlanmadan Sinop’ta yapılması planlanan ikinci nükleer santrale onay çıktı. Üçüncü nükleer santralin ise Kırklareli İğne Ada’ya yapılması düşünülüyor.

Çevrecilerin, duyarlı yurttaşların direnişine ve bilim insanlarının tüm uyarılarına karşın Türkiye’de doğanın yağma ve talanı Akbelen ile devam ediyor. İnsan sağlığının doğanın sağlığına bağlı olduğu unutulurken, ülkemizin yarınları yok ediliyor. Doğaya inen her darbede, Kâzım Koyuncu’nun sözleri kulaklarımızda çınlıyor:

“İnsanın en değersiz şey olduğu ülkede yok olan sen, yok olan ben, yok olan sevgi, yok olan insan, yok olan yaşam.”

 

 

 

Exit mobile version