Eskişehir’den, Ankara’nın Sincan ilçesi Temelli beldesine (şimdilerde mahalle olarak kabul ediliyor ), kendi arabamla, üç-dört hafta önce gitmek üzere yola koyuldum. Sabahın erkeninde kontağı çevirdim. Hedefim, saat 08.00 sularında varmaktı. Önceden aynı yere birkaç kez gittiğim için, mesafenin aşağı yukarı 200 kilometre olduğunu biliyordum. Çok iyi hatırlamıyorum ama Polatlı’ya ya varmak üzereydim ya da yeni geçmiştim. Yol üç şeritli ve ben üç şeritli yolların genellikle orta şeridinde giderim. Hızlı araba kullananlara, “buyurun, solumdan geçin…”
Orta şeritte, saatte 90 kilometre hızla gidiyorum. Mesafeyi kestirmem zor ama tahminen 400- 500 metre ötemde beyaz bir araba, yolun sağında dörtlülerini yakmış, duruyor. Sürücüsü, arabasından inmiş, ters istikamette dörtnala koşan atlar gibi koşuyor. Doğal olarak merak ediyor insan. Bir şey düşürmüş olabilir mi? Belki de. Çünkü arabamı sürmekte olduğum orta şerdin ortalarında siyah bir karaltı var ve sanırım rüzgârla hafifçe asfaltın üzerinde kayıyor. Parmaklar yelpaze gibi açılıyor ve “yavaş” anlamında, her iki elini yere doğru hafifçe bastırıyor. Yaklaşınca, karaltının bir kaplumbağa olduğunu anlıyorum. Kaplumbağa, enlemesine geçtiği yolun veya her neyse asfaltın, bir doğa parçası olmadığının farkında. Başını adeta kasılı bir şekilde ileri uzatmış, hepimizin alaya alarak kullandığı “kaplumbağa hızı” nın biraz üzerinde. Hayatını tehlikede olduğunu sezmiş sanki. Sezmez mi? Sağından solundan dönen dönen tekerlekler, üstünden geçiş sırasındaki hafif kararma, gürültü… Ezmeden geçtim. Dikiz aynalarından baktım, kaplumbağanın geçişi ve adamın koşuşu devam ediyor. Ben durmadan yoluma devam ediyorum. Arabamı sağa çekip ondan sonra olacakları seyredebilirdim. Neticede bu olay iki şekilde sonuçlanacaktı: Adam, hayatını tehlikeye atıp kaplumbağayı yerden alacak ve doğasına bırakacaktı. Yolun ortasında yerden bir şey almaya çalışan adamı gören, yavaşlamak zorunda kalan, adamın sağındaki veya solundaki şeritten geçmek zorunda kalan sürücüler de el kol hareketleriyle küfredecekti. Belki de kaplumbağa ezilecekti… ezilmişti. Ezen aracın dengesi bozulmuş, sürücüsü zor toparlamıştı. Bir canlı ezilirken, kızıl bir yaprağa dönerken, bir diğer canlı, o saatte, o sırada yolda bulunmasına küfredecek ve yoluna devam edecekti. Kaplumbağa kurtarıcımız, elleri belinde, bir yerdeki ezilmiş kaplumbağaya, bir ezip geçen, uzaklaşan sürücüye öfkeyle, hüzünle bakacak ve arabasına sarsak adımlarla dönecekti.
Durmadım, devam ettim yoluma. Varana kadar, “dursa mıydım, yola devam etmekle doğru mu yaptım?” düşünceleri bir kurt gibi beynimi kemirdi.
Demem şu ki, bir kaplumbağa için hayatını tehlikeye atan insanlar var bu ülkede. Böylesine duyarlı insanların yaşadığı topraklarda, yönetimlerin, sokak hayvanlarıyla ilgili verdikleri yanlış karardan dönmeleri; pek çok insanı ve ifade edemeseler de, söylemeseler de pek çok hayvanı sevindirecektir.
Buruk, siyah bir seviç!