Türkiye’ye bağımsızlığın yolunu açan son meydan savaşı olan 30 Ağustos 1922’deki Sakarya Meydan Savaşı’nın yıldönümü hak ettiği gibi kutlanmadı. Dumlupınar’da Atatürk’ün başkomutanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz’un yıldönümünde iktidar, Afyonkarahisar’da düzenlenen törende muhalefeti eleştirdi. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan sıradan kutlamaların dışında önemli bir anma daha vardı ki o da Yunan askerlerinin başkomutanı Nikolaos Trikupis’i esir alan Başçavuş Ahmet’in mezarı başında anılmasıydı. 29 Ekim 1998’de Cumhuriyetin kuruluşunun 75. yılı kutlama törenleri olduğu gün vefat eden Öztürk, dualarla kabri başında anıldı.
Antalya Finikeli olan Öztürk, Kaymakam Musa Kazım Çelik ve beraberindeki heyet tarafından Büyük Taarruzun yıldönümünde mezarı başında dualarla anıldı,
Kaymakam Musa Kazım Çelik yaptığı konuşmada, “Başta Gazi Mustafa Kemal ve tüm silah arkadaşları olmak üzere, Finikeli hemşehrimiz Hasan Çavuş gibi vatan, millet, bayrak uğrunda ülkemize, vatanımıza, bayrağımıza hizmet eden tüm vatan evlatlarına sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.” dedi.
Elmalıdağ’da Yunan Başkumandanı General Trikopis’i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, yaşamının son zamanına kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalıştı.
Ahmet Çavuş Trikupis’i nasıl esir aldı?
Öztürk ölmeden önce bir belgesel çekiminde Yunan Ordularının en önemli birkaç isminden Trikupis’in nasıl esir alındığını şöyle anlatmıştı:
“Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman 5, 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, ‘davranmayın, teslim olun’, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar.
Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalayarak çektim.
Sordular:
Ne kadar kuvvetiniz var? dediler.
Üç ordu, dedim. Tamamen kuşatıldınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz.
Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler.
Alay kumandanıyım, dedim.
Rütbemi sordular?
Başçavuş… dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:
Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?
Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı… Babamın oğlu değil ya!…
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı…
Trikopis’i Uşak’a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis’in esvaplarını da bana hediye ettiler.