Savaş öncesi Avrupa’da, Almanya müthiş bir büyüme kaydediyor, adeta kabına sığmıyordu. Avrupa’da müthiş bir silahlanma yarışı vardı. Gelişen sanayi için yeni hammadde ve pazar gerekiyordu. Bunun için de denizcilik ve sömürgeler büyük önem kazandı.
Osmanlı’nın, İngiltere ve Fransa bloğu ile aynı safta savaşa girmesinin reddedilmesi, İngiltere’nin parası peşin ödenmiş iki savaş gemisini Osmanlı’ya teslim etmemesiyle, Osmanlı, Almanya tarafında savaşa girme kararı almıştır. Enver Paşa, bu konuda Almanlarla da anlaşmıştır. Tabi bu karar alınırken, İttihatçıların da Almanya sempatisini es geçmemek gerekir.
Giderek kutuplaşan ve gerilen ortamda, Avusturya, 1914’te Bosna’da bir askeri tatbikat düzenlemiştir. Bu sırada bir Sırp, Avusturya prensi ve eşini öldürmüştür. Bu suikast, şartları oluşmuş Dünya Savaşını başlatmıştır. Yani kıvılcım, barut fıçısının patlamasını sağlamıştır.
Osmanlı ve Almanya’nın yer aldığı İttifak Bloğu yenilmişti. Tüm Dünya’da yaklaşık 10 Milyon asker-sivil insan hayatını kaybetmiştir. Kan, gözyaşı, tüm Dünya’ya sirayet etmiştir.
Milli Mücadele Dönemi
Osmanlı, kibrit ve şeker gibi ürünleri dahi üretemiyordu, fabrikası yoktu, neredeyse tüm ürünler ithal ediliyordu. Zaten zayıf olan ekonomisi, dört yıl süren savaş sonrası adeta çökmüştü. Üstelik Osmanlı toprakları dağılmış, yurdun dört bir yanı işgal edilmiştir. Bunun yanı sıra uzun süredir imparatorluğun savaşlar içinde olması, tebaada büyük bir bıkkınlık yaratmıştı. Ordu dağılmış, İttihatçıların büyük çoğunluğu ülkeden ayrılmıştı. Tebaa moralsizdi. Yönetim, artık tamamen İngilizlerin egemenliğine bırakılmıştı.
Mevcut durum çok kötüdür. Mustafa Kemal, tüm bu şartlar içinde, 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmıştır. Artık Anadolu’da umudun ateşi yanmaya başlayacaktı.
Mustafa Kemal, tüm hamlelerini adeta usta bir satranç oyuncusu gibi hazırlıyordu. Samsun’a çıkışından yaklaşık 11 ay sonra, Cuma günü, Hacıbayram’da kılınan cuma namazı sonrası, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılacaktı. Bu Meclis, dönemin şartları nedeniyle olağanüstü yetkili bir Meclis idi. Kuvvetler Birliği ilkesi esastı. Yasama, yürütme ve yargı erkleri Meclis’in yetkisindeydi. Tarihi vakıalar değerlendirilirken en önemli kural, değerlendirmenin, “dönemin şartlarına göre yapılması” gerekliliğidir. Memleketin her tarafı işgal altındayken, dört başı mamur bir kuvvetler ayrılığı sistemi kurulmasını beklemek, hayalcilikten öteye gitmez.
Meclis başkanlığına Mustafa Kemal seçilmiştir. Ordudan atıldığında, hakkında idam fermanı verildiğinde, paşalar Mustafa Kemal’in yanına gelmiş ve “emrinizdeyiz” demişlerdir. Artık milli mücadelenin “resmi lideri” de Mustafa Kemal’dir.
Tabi burada önemli bir nokta vardır. Tebaanın ve mebusların hiçbirinin aklında modern Türkiye Cumhuriyeti, halifeliğin ve saltanatın kaldırılması gibi hususlar yoktu. Tebaanın ve mebusların tek hedefi, yurdu düşman işgalinden kurtarmaktı. Bu çok önemli bir noktadır. Fakat bu yola giden tercihlerin seçiminde, Mustafa Kemal ile bir kısım mebuslar birçok defa ciddi görüş ayrılıkları yaşamışlardır.
Büyük bir seferberlik başlatılmıştır. Millet, tüm varlığını, canını da dahil olmak üzere, Milli Mücadeleye ve düşmanın yurttan atılmasına adamıştır.
Büyük Taarruz ile 9 Eylül 1922’de ordu İzmir’e girmiş, 18 Eylül’de de Yunan birlikleri Anadolu’yu tamamen terk etmişlerdir. Artık Seyit Onbaşıların, Hasan Tahsinlerin, ve memleketin milyonlarca isimsiz kahramanının kanı yerde kalmamış, emekler zafere dönüşmüştü.
Sevr Anlaşması ile insanlığı ve onuru hiçe sayılan bu millet, Sevr’i yırtıp tarihin çöplüklerine atmıştır. Bugün Lozan’a laf atanlar, oturup Lozan ile Sevr’i, dönemin şartlarına göre bir karlaştırmalıdır. Hiç şüphesiz Lozan Antlaşması’nın eksikleri vardır. Fakat Lozan, müthiş bir başarının, layığı ile taçlandırılmasıdır. Lozan sonrası eksikler de, yine Mustafa Kemal tarafından giderilebilen ölçüde giderilmiştir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı, başardığı sayısız imkansız zaferler yetmiyordu. Şimdi sıra modern Türkiye Cumhuriyeti’ndeydi.