23 Nisan! Bayram, Çocuk ve Egemenlik

Bugün, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı!… Nazım Hikmet’in: “Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne… Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı Çocuklar dünyayı alacak elimizden Ölümsüz ağaçlar dikecekler.” Dediği gün, bugün!   Yüz dört yıl önce, 23 […]

Bugün, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı!…

Nazım Hikmet’in:

“Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne…

Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi

Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

Çocuklar dünyayı alacak elimizden

Ölümsüz ağaçlar dikecekler.” Dediği gün, bugün!

 

Yüz dört yıl önce, 23 Nisan 1920’ de, Anadolu Halkının emperyal devletlerin işgaline karşı verdiği yirminci yüzyılın en önemli bağımsızlık savaşını yöneten, savaş yorgunu yoksul bir halkın bu savaşı zaferle kazanmasını sağlayan, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde bir “ulus devlet” yaratma sürecini gerçekleştiren, “milli egemenliğe” dayalı cumhuriyeti kuracak, aydınlanma felsefesi temelinde laik ve modern bir toplumsal, siyasal düzeni ve bunun kurucusu ve taşıyıcısı olacak “ hak öznesi bireyi” oluşturmayı amaçlayan Atatürk İlke ve Devrimlerini yaşama geçirecek olan, Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmuştu.

Tek iradenin mutlak hakim olduğu saltanat ( monarşi) yerine; “egemenlik” yetkisinin halkta olduğu, egemenlik yetkilerinin halk iradesi ile (halkın oylarıyla) belirlendiği ve kullanımının halkın seçtiği organların denetiminde olduğu demokratik bir cumhuriyeti kurabilmenin ;

halkın, belli bir dini referans alarak, o din birliği temellinde, özelliksiz ‘ kitlesel yığın’ olarak tanımlandığı “ümmet” yerine; tarihsel, siyasal, sosyokültürel olarak belirli sosyolojik özellikler ve temellerle modern kategoriler çerçevesinde tanımlandığı “millet” olabilmenin;

sultanın belirli uyruktaki malı sayılan “ tebaa” yerine, belli bir devletin kuruluş, işleyiş ve örgütlenmesini belirleyen anayasasında ve hukukunda, cinsiyeti, etnik yapısı, dini, inancı, felsefi görüşü vb. ayrımı olmaksızın temel hak ve özgürlükleri, kişi ve yurttaşlık hakları ile ödevleri belirlenmiş, bunların yurttaşlık bağı ile güvenceye alınmış olduğu birer “ yurttaş” olabilmenin; “kul” yerine özgür iradeli, bu özgür iradesiyle bireysel yaşamını ve kamusal alanı belirleme hakkı olan birer “hak öznesi birey” olabilmenin yolunun açıldığı, olanağının yaratıldığı gün!

Mustafa Kemal Atatürk bu günü, kuracağı cumhuriyeti “ölümsüz bir ağaç” olarak yaşatacak, onun değerini kavrayarak, onu bu bilinçle sahip çıkacak nesillere, çocuklara armağan etti…

Hepimiz, o ‘armağanın’ sahipleri olduk, çocuk yüreğimizde bu heyecanın telaşını taşıdık. Ellerimizde bayraklarla, alnımızda boncuk boncuk terlerle, kıyafetlerimize göre “çiçekçi”, “arıcı”, “kelebekçi “önlükçü” öbekler şeklinde sıralanarak, bando ve mızıka sesleri eşliğinde, ailelerimizin gururlu bakışları ve el sallamaları altında şehrin meydanlarında yürüyüşler yaptık, şiirler okuduk, dans ettik. O zamanlarda yediğimiz elma ve pamuk şekerlerinin tadı hiç çıkmadı aklımızdan ve öğretmenlerimizin o sevgi dolu, gururlu bakışları! Nesilden nesile aktarılan bu heyecan, her birimizde ortak bir bilince dönüştü.

Geldiğimiz koşullarda, o “armağanın” milli egemenlik boyutunun, 2017 yılında gerçekleştirilen ve 2018 yılında yürürlüğe giren Anayasa değişikliği ile nitelik değiştirmiş olduğu, ‘ tekil iktidar erkinin’ kurumsallaştığı bir yapıya dönüştürüldüğü, demokratik cumhuriyet ilke ve kurumlarının işlevlerinin askıya alındığı gerçeği, bu bilincimizi yaralıyor.

Tıpkı, “o ölümsüz ağacın” emanet edildiği bu ülke çocuklarının büyük bir kısmının yaşayacakları “bayram” koşullarına sahip olmadıkları gerçeğinin bilincimizi yaralamakta olması gibi!

“BAYRAM” ve ÇOCUKLAR!

Yaşar Kemal, gazetelere hazırladığı röportajlardan en önemli kısmını, sokakta kalan çocuklarla yapmıştı. Sonuç kısmında şöyle demişti büyük usta:” Bu kadar kötü davranılan çocuklar, büyüdükleri zaman yarım insan oluyorlar. Savaşların, kötülüklerin nedenlerini ararsak, temelde çocuklukta insanların başından geçenler karşımıza çıkıyor” .

Bu ülke yarım insanların hızla çoğaldığı bir yer ne yazık ki! Ülkemizde, milyonlarca çocuk şiddet ve göç koşullarında yaşıyor,

Her gün tecavüze, istismara uğrayan çocuk haberleriyle, “bir kereden bir şey olmaz” anlayışının yansımalarıyla sınanıyor etik bilincimiz! Dini cemaat ve tarikatların eline bırakılmış, o koşullara mahkum edilmiş, beden, ruh ve sosyal sağlıkları ellerinden alınmış, cinsel istismar ve tecavüze uğramış, sahipsiz kalmış binlerce çocuk var.

Sağlık ve yeterli beslenme olanaklarından yoksun olan çocukların sayısı milyonu buluyor ve sayı giderek çoğalıyor. Bu nedenle çocuklarda bodurluk, sık rastlanan bir halk sağlığı sorunu olarak gündeme geliyor. Eğitim olanaklarına erişemeyen, yoksulluk ve yoksunluk içinde, piyasanın sömürü koşullarında çalışmak zorunda kalmış, ezilen milyonlarca çocuk var. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre, Türkiye’de en az 2 milyon çocuk işçi var. Üstelik bu sayı yaz aylarında ise 5 milyona yaklaşıyor! ( Meclis’in 2022 Raporuna göre; son on yılda en az 616 çocuk , bunlardan 9’u 4-5 yaşında olmak üzere, çalışırken yaşamını yitirmiş). Çocuk çağında evlendirilen, gebe kalan ve anne olan binlerce çocuk sayısıyla Türkiye, bu konuda dünyada ilk sıralarda yer alıyor! Sokaklarda yaşamak zorunda kalan çocuk sayısı on binleri buluyor. .Bu ülkede 5-10 yaşlarında çocukların ve 10-16 yaşlarındaki çocukların yaklaşık olarak yarısına yakın kısmı, aile içi cinsel şiddet mağduru durumunda. (2022 TÜİK verilerine göre güvenlik birimlerine suç mağduru olarak gelen veya getirilen 232 bin 739 çocuğun yüzde 13,7’sini tecavüz ya da istismara uğramış olanlar oluşturuyor.) TÜİK rakamlarına göre, Türkiye’de suça sürüklenen çocuk sayısı son 10 yılda hızla artarak ikiye katlanmış durumda. 2022 yılında suça sürüklenen çocuk sayısı 200 binden fazla! Bu ülkede polis ve karakol süreçleri dahil, yılda 120 bin çocuk, yargı sistemiyle tanışıyor. Cezaevlerinde 3 bini aşkın çocuk bulunuyor.

 

-Kindar ve dindar nesiller yetiştirme hassasiyetleri ve öncelikleriyle İlköğretimi 4+4+4 şeklinde bölenler,

-Eğitimin nesnel, bilimsel çoğulcu, laik ve çağdaş değerlere dayalı içerik ve uygulama niteliği ve sürekliliği ilkesi ile devletin sosyoekonomik eşitsizliği ortadan kaldırma, eğitimde olanak eşitliği sağlama görevini yok sayanlar,

-Akılcı, bilimsel, nesnel, laik ve kamusal, karma eğitimi yok ederek, zorunlu ve zorunlu seçmeli derslerle tüm okulları imam hatiplere dönüştürenler,

– Eğitimi , ÇEDES ve benzeri Diyanet İşleri Başkanlığıyla yaptıkları sayısız protokollerle okulları bütünüyle tarikat ve cemaatlere açarak, bir anlamda tarikatlara devredenler,

– Kamusal eğitim veren okullara ayrılan eğitim bütçesini yok denecek düzeye indirip, özel okulları en büyük payı vererek destekleyenler, sorumlu bulundukları tüm bu gerçekleri, görmezden geliyorlar!

Siyasal İslamcı kültürel hegemonik dönüşümü sağlamak amaçlı hamlelerini, sürdürüyorlar!

Bu kapsamda, Diyanet İşleri Başkanlığı; 2024-2028 startejik planı’nda sekülerleşmeyi bir risk olarak değerlendirmiş bulunuyor! “Seküler anlayışın geleneksel değerlerin aktarılmasına olumsuz etkileri olacağı, buna karşın manevi değerlerin güçlendirilmesi gerektiğini” vurguluyor!

Eğitimin nitelik ve içerik olarak dinselleştirildiği, bilimsel , akılcı, çağdaş ,laik, çoğulcu, karma ve kamusal eğitim olanakları ellerinden alınmış milyonlarca çocuğun piyasanın en acımasız sömürüsüne itildiği koşullarda,

kendi çocuklarımızı sevmek ile çocukları sevmek arasındaki ayrımda, seslerimiz kayboluyor!

“Yarım insanların”, yarım bırakılan yanlarını görmemek için kapatıyoruz gözlerimizi! Oysa, o çocuklara “ölümsüz ağaçlar dikebilecekleri” bayramlık yaşam koşulları içinde bir dünya sağlamak, hepimizin görevi! Milli egemenliğe dayalı, demokratik cumhuriyet bilincimizin gereği bu! Çocuklarınıza sıkı sarılın bugün ve tüm çocukları düşünün! Bayramınız kutlu olsun.

 

 

*Hukukçu/Akademisyen

Exit mobile version