6 Şubat Depremi ve Yaşama Dair

Adımlarını sayma diyordu Terzi Yusuf. Gökyüzünü sayma… Maviyi, uçurtmaları ve gökkuşağını…“Şimdi hayatın içindeymiş gibi yaşamak daha da zor” diye mırıldandıMolozlar, yıkıntılar ve yeni yeni aldığımız kayıp haberleri…“Şu pantolonun paçasını yaptım mı çay içer konuşuruz. Hem iyi olduğunu gördüm ya bana yeter…” diye ekledi…Konteyner sıcak ve her türden sineğe ev sahipliği yapıyor….Konteyner sığıntı gibi sarmalıyor terzinin […]

Adımlarını sayma diyordu Terzi Yusuf. Gökyüzünü sayma… Maviyi, uçurtmaları ve gökkuşağını…
“Şimdi hayatın içindeymiş gibi yaşamak daha da zor” diye mırıldandı
Molozlar, yıkıntılar ve yeni yeni aldığımız kayıp haberleri…
“Şu pantolonun paçasını yaptım mı çay içer konuşuruz. Hem iyi olduğunu gördüm ya bana yeter…” diye ekledi…
Konteyner sıcak ve her türden sineğe ev sahipliği yapıyor….
Konteyner sığıntı gibi sarmalıyor terzinin kumaşlarını…
Aklıma 6 Şubat’ın az öncesi düşüveriyor…
Sözcüğünden, cümlesine kadar
Bilginin tekrarlanarak zihinleri kurcaladığı garip bir gerçeklik…
Yaşanan çalkantılar, sayısal veriler, yazılanlar, çizilenler…
Deneyimler, beklentiler ve sonsuz yer değiştirme telaşı…
Sahi hangi belleğin sarsıntısı bu?
Hangi belleğin tekrarı?
Adı konmamış bir gerçekçilik, yaşamımızı genele yayan bir hafıza kaybı…
Sözcüklerin bir karşılığı yok sanki. Konuşulanların bir dinleyicisi…

Öyleyse neydi adımlarımızı kırıp geçen bu mevsim?
Kendi bulanıklığıyla tükettiğimiz arayışlar neydi?
Genleşen bir tanım neyi kimle eşleştirir?
Hangi acıyı hangi kayıpla?
Hangi gerçeklik daha masum?
Hangi cümlenin benzerliği?
Reklam panoları mı?
Yeni yeni artçılar mı yoksa
Düşlerimiz, oyuncaklarımız, aynalarla yüzleşmemiz…
Hemen her açı, bir yönlendirme ölçütüne bağlı…
Kiriş, kolon hatta moloz…
Hayatı durduğumuz yerden hecelemek gibi bir şey…
Görüş açımızın merkezine odaklanmak gibi…
Gölgede kalanın sona kaldığı sözcükler yığını hatta…
Yoksa incinmiş bir imge nasıl anlatsın, yalnızlığın geceyi nasıl ağırlaştırdığını…
Her ağıt, kendine sunulan patikayı tanımlıyor…
Belki sırf bu yüzden okuduklarını duymak istemiyor insan.
Kulaklarımızı zorlayan cümleleri odak noktasına yuvarlayan endişeyi…
İşittiğimiz sözcükleri yok saymak gibi…
Ardındaki belirsizliği gizleyecek yerler arıyor durmadan.
Yeni kavramlar gerek, kendini omuzlayabilen yeni sözcükler…
Hangi etkinin hangi okumaya yaslandığını bilen
Yoklukla yaşayan canlıyı, kendiyle tanımlayabilen sözcükler…
Belki sırf bu yüzden yeryüzünün sesine bırakmalı yaşamı…
Rengine ve belleğine…
Kendine doğru yürümek gibi…
Süzgecin tırmaladığı parçacıklara doğru…

Adımlarını sayma diyordu Terzi Yusuf. Gökyüzünü sayma… Maviyi, uçurtmaları ve gökkuşağını…
Şimdi hayatın içindeymiş gibi yaşamak daha da zor…
Molozlar, yıkıntılar ve yeni yeni duyduğumuz kayıp haberleri…
Şu pantolonun paçasını hallettik mi çay içer konuşuruz.
Konuşamadık…
“ama çok şiddetliydi” diye mırıldandı. “her şeyi kaybettik ama her şeyi…”
“çok uzun sürdü” diye mırıldandı. “çok…”

Exit mobile version