6 Şubat depreminden sağ çıkan pek çok kişinin psikolojisi bozuldu. Zaten bozulmasa şaşardım. Başka yazılarımda depremin psikolojimizi bozması ile ilgili pek çok şeyler yazdım, paylaştım. Bu durum bazen tıbbı tedavi gerektirdi, bazense gerektirmeden kişilerin kendisi atlatmaya çalıştı. Aradan 20 ay geçti. Deprem sonrası ruhsal çöküntü elbette azaldı. Peki, tamamen geçti mi, geçecek mi? Asla! Mezara kadar gidecek izler, üz’ler.
Depremin üzerinden dört ay geçmişti. Derin üzüntü ve maskeli depresyon devam ediyordu. Sinema?.. Acaba sinemaya ailecek gitsek, kısmen de olsa bir faydası olur mu, olur muydu? Eşim ve o zaman 11 yaşındaki kızımla paylaştım. “Tamam. Olur,” dediler. Depremden sonra taşındığım kentin sinemaları nerede, neler oynuyor… bilmiyordum. İnternet arama motorları yardımcı olur sanırım. Bize en yakın bir AVM’de, sinema salonu olduğunu öğrendik. Gidiş süresi, on beş dakika kadar. Lakin sinema salonunun bir kusuru var ve pek çok müşteri bundan şikâyetçi: Lavabo ve dolayısıyla tuvaleti yok. Nasıl mı hallediliyor? Film arasında veya film seyrederken ihtiyaç belirse, salondan çıkıyorsunuz. AVM’nin tuvaletlerini kullanıyor ve geri dönüyorsunuz. E, sorun değil. Deprem gibi bir felaketi atlatan kişiler için mini, hatta mikro bir sorun.
AVM’ye gittik. Sinema salonuna girdik. Koca salonda bir nene ile muhtemelen bir torun. Önden üçüncü veya dördüncü sıranın orta sandalyelerindeler. Biz de onlara komşu üç sandalye. Sanki salon tamamen dolacak, yer sorunu olacak, öyle davranmış bilet kesen görevli. Film, başlar başlamaz iki- üç sıra geri gittik eşim ve kızımla. Bir çocuk filmiydi ve açıkçası izlemeyi pek düşünmüyordum. Uykum geldi. Zaten günlerdir uyuyamıyordum. Uyusam da kaliteli olmayan, yüzeysel bir uyku. Kurulu bir saat gibi, 04 sularında uyanıyorum. Saat 05.30’a kadar yatakta dön, dön… Sanki yeniden deprem olacak gibi. İşte şimdi tam zamanıydı. Ama uyuyakalırsam bir sorun var. Horlama! En iyisi ertelemek. Ertelemek de ne zamana kadar?! Zar zor, ilk yarıyı uymadan atlattım. Işıklar yandı; sinema salonundan çıkıp, bekleme salonunda zaman geçirelim dedik ailecek.
Dedik demesine ama arayı iyi kullanmak gerek. Film seyrederken ihtiyaç halinde lavaboya gitmektense, arada gitmek daha evvela. Eşime durumu bildirip çıktım salondan. Hızlı davranmam gerek. Davrandım; geri dönüş yolundayım. Karşımda nene ile torun: “Evladım, buranın tuvaletleri nerede?” Dedim ya psikolojim bozulmuş. Aynı anda kahkaha atmak ile ağlamak geldi içimden. Bir anda, 1973 yılında, 12 yaşındayken izlediğim bir film geldi aklıma: Poseidon Macerası. Yönetmeni, Ronald Neame. Oyunculardan biri, Gene Hackman: Yaşlı bir yolcu gemisi, son seferini yapmaktadır. Bir Noel akşamında, bir deniz altı depreminin yarattığı tusinami nedeniyle gemi alabora olur, baş aşağı yüzmeye başlar. Kaçış yolu, artık suyun üstünde olan dış gövdededir. Hatta daha önce geminin dibiyken, artık neredeyse geminin tavanı… Ölenler var, kurtulanlar var. Kurtulanlar, başkalarının liderliğinde iki gruba ayrılırlar. Kaçış yolunda, bir süre sonra karşı karşıya gelirler. İşte AVM’nin içinden sinema salonuna dönerken, neneyle ve torunla karşılaşmam, filmde söz ettiğim sahneyi getirdi aklıma nedense. Gözlerimde yaş perdesi, boğazımda bir yumru, frenlenmiş kahkahanın yüz mimik kaslarımdaki titreşimleri… Tarif ettim lavaboların yerini. Bekleme salonundan sinema salonuna geçtik; ışıklar söndü. Nene ile torun yok. Dönmediler. Koca sinema salonu benim, bizim. Bir yalnızlık çöktü içime ki sormayın. Tam zamanı. En arkaya geçtim ve uykuya teslim ettim kendimi. Horlamışım tabii. Sinemada bizden başka kimse olmadığı için eşim uyandırmamış. Böylece günlerdir süren uykusuzluğu, temiz ve derin bir uyku çekerek o an için çözmüş oldum.
Eşim tarafından uyandırıldığımda hissettiğim yalnızlık daha bir koyulaşmış, daha bir “kuyu” laşmıştı. Öyle ki pek çok depremzedenin yaşadığı onulmaz yalnızlığın bir benzeri, hatta ta kendisiydi!