Yaşananları da gözden geçirelim
“Rahmetli Erbakan’ın, zamanın Milletvekili Fethullah Erbaş’ı gönderip rehin askerleri kurtardığından hiç mi ders almadılar? Hiç mi, tek bir canın dünyaya bedel olduğunu düşünmediler” diyen, Doç. Dr. Necmettin Çalışkan, Gara’da Şehit edilen 13 vatandaşı ve yaşanan acıyı, “Siyaset, İstihbarat ve Terör” başlığında ele aldı, bir şeyin altını özenle çizdi…
Kuzey Irak’ın Gara bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Pençe-Kartal-2 Operasyonu yapılırken, 13 vatandaşın PKK terör örgütü tarafından öldürülmesi olayının ardından “sorumluluğun hükümette olduğunu” dile getiren muhalefete Cumhurbaşkanı Erdoğan “Utanmazlar” diye çıkışırken, bir açıklama da HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tan geldi. “PKK’nın elindeki 13 insanımızın katledilmiş olmasını açıkça kınıyorum. Ailelerin acısını yürekten paylaşıyor, kendilerine baş sağlığı diliyorum. Yaşananlardan dolayı çok üzgünüm.”
Yaşananları; “Siyaset, İstihbarat ve Terör” üçgeninde ele alan isim ise, Saadet Partisi’nin Hatay’daki önemli ismi, Parti’nin Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi Doç. Dr. Necmettin Çalışkan oldu.
Açıklamasında, “Kahrolası terör yine can yaktı. Onlarca vatan evladı Şehit düştü. Acı, yürekleri dağladı. Tüm Türkiye yasa boğuldu. Bunlar, klasikleşen acı gerçekler. Ancak bu son terör olayı, sanki bugüne kadar şahit olduklarımızın hiçbirine benzemiyor. Çok daha farklı!” diyen Çalışkan, dikkati çeken tespitlerini kamuoyu ile paylaştı.
Konuya ilişkin değerlendirmesinde, “Tereddütsüz, hain terörü sonuna kadar lanetliyoruz. Ancak şu var ki, terörü lanetlememiz, yaşananları gözden geçirmemize engel olmamalı” diyen Çalışkan’ın yorumları ve anlatımları, ara başlıklar halinde şöyle:
-YANLIŞ YAPTIK!-
“Bir yerlerde yanlış yaptık?” sorusunu sormak ve öz eleştiri yapmak, hepimizin görevi. Basına yansıdığı kadarıyla, terör örgütü PKK’nın elinde rehin bulunan asker, polis ve istihbaratçılardan oluşan güvenlik güçlerimiz, 2015-16 yıllarında, sözüm ona çözüm sürecinin gölgesinde rehin alınmışlar. Hem de ülkemizin göbeğinde; Diyarbakır’da, Siirt’te, Erzincan’da, Tunceli’de. Burada, çözüm sürecini sorgulayacak değiliz! Ancak tarihi bir anekdotu hatırlatmakta yarar var…
-DEVLETE GÜVEN!-
Geçtiğimiz yıllarda (2011), işgalci İsrail’in bir askeri, Filistinli direniş grubu HAMAS tarafından esir alınmıştı. Beş yıl rehin tutulan işgalci İsrail askeri Gilad Şalit’e karşılık, 1027 Filistinli mahkum salıverildi. Baba Şalid, “Bin 935 uzun gece ve gündüzün ardından, bugün, bizim için önemli bir gün. Oğlumuz Gilad, evine dönecek. Başbakan Netanyahu’yu cesaretinden dolayı kutluyorum” demişti.
Başbakan Netanyahu da, bu kadar kişinin serbest bırakılmasına tepki gösteren İsrail halkına mealen şöyle bir açıklama yapmıştı: “Biz de, gençliğimizde MOSSAD hesabına çalışmalar yaptık, operasyonlara katıldık. Tüm bu operasyonlarda, arkamızda güçlü bir devlet hissediyorduk. Başımıza bir şey gelirse, “devletimiz bizi hemen kurtarır” inancıyla operasyonlara rahat gidiyorduk. Bugün, bu askeri taviz vererek kurtarmazsak, yarın İsrail lehine çalışacak adam bulamayız, askerlerimiz güvende olmaz” demişti.
-6 YIL OLDU!-
Bu güven, bizim askerlerimizde var mıydı ya da bugünden sonra olur mu? Durum gerçekten vahim! Altı yıldır esaret altında rehin tutulan güvenlik güçlerimizin neredeyse esamesi bile okunmadı. Soru önergelerine cevap verilmedi, konuyu gündemde tutmaya çalışanlar terörist olmakla itham edildi. Kamuoyunun hiç haberi bile olmadı desek, yeridir. Ancak Şehit edildiklerinde durumlarından haberdar olduk. Çok cılız seslerle tepkiler verildi, ama yeterli derecede sahip çıkılmadı. Hatta son iki yıldır, Diyarbakır’da HDP önünde oturma eylemi yapan bazı annelerin çocuklarının da güvenlik kuvvetleri olduğu saklandı. Bugün belki de, yılların ihmalinin sonucunu yaşıyoruz. Askerlerimiz orada esirken, dikkatli operasyon yapılmalıydı. Uçaklarımızın bombalaması sonucu Şehit oldukları iddialarının ne derece doğru olduğunu bilmiyoruz. Bu iddialar doğruysa bile, bilmeden ve savaş esnasında yaşanan hadiselerde olabilecek bir durumdan dolayı ülkemizi suçlamak yersizdir. İddialar doğru olsa bile; katil, cani teröristlerin vahşetinin bir boyutudur. Ellerindeki rehineleri bir kalkan olarak kullanmışlardır.
Halen, olayın perde arkasını tam olarak bilmiyoruz. Gerçekten 13 kişi miydi, yoksa başkaları da var mı? Umarız, başka rehin askerlerimiz yoktur.
-CİDDİYET!-
Bu arada, Sayın Milli Savunma Bakanı Paşa’mızın da artık iyi bir politikacı olduğunu öğrendik. Olayı soğukkanlılıkla, “13 vatandaşımızın naaşına ulaşıldı” şeklinde ifade ederek, olayı hafifletmeye yönelik bir açıklama yaptı. Sonradan anlaşıldı ki, hepsi de zıpkın gibi, iyi yetişmiş genç, asker, polis, komando ve istihbarat elemanları olarak seçilmiş kişilerden oluşuyordu. Ve tabi söylenenler doğruysa, tutsak polislerden birisinin KHK ile ihraç edildiği ne acı! Bunu düzenleyenlerin hiç mi haberi yoktu? Anlaşılan bu polis, görevinin başında sanılıyordu ve ihraç edildi. Kayıp listesinde bile değildi.
Tüm bunlardan sonra son, söz; “En çok bağıran en çok suçludur”… Bu konuda, terörist başını bin parçaya böleceğini söyleyenler, acaba suçluluk psikolojisiyle böyle saldırgan davranıyor olabilirler mi? Bakanlık, slogan atma yeri değil, icraat yeridir.
Ayrıca, Şehitlerin cenaze namazlarının kılındığı gün, pandemiye rağmen spor salonlarını doldurarak, “salonlar doldu-taştı” diye sevinçle, gürültü-patırtıyla kutlama yapmak, kongre yapmak, hangi vicdana sığar! Hiç kimse, “bu kongreleri birkaç gün de olsa erteleyelim” diye uyarmadı mı?
Rahmetli Erbakan’ın, zamanın Milletvekili Fethullah Erbaş’ı gönderip rehin askerleri kurtardığından hiç mi ders almadılar? Hiç mi, tek bir canın dünyaya bedel olduğunu düşünmediler.
Rabbim, Şehitlerimize rahmet, acılı ailelerine sabır, yöneticilerimize basiret, milletimize de metanet versin.
Tamer Yazar