Yaklaşık beş yıl önceydi. İki oğlumla birlikte Batman’daydık. Dönüş yolunu biraz uzatarak Hasankeyf-Mardin üzerinden Antakya’ya gelmeye karar verdik. Bu benim Hasankeyf’e üçüncü gidişim olacak, lakin çocuklarım bu tarih harikasını ilk kez göreceklerdi.
Antik kente gelir gelmez, tatsız bir olayla karşılaştık:
“Hasankeyf’in yerinden taşınması”, “sulara gömülüp su altında daha çekici hale getirilmesi” ve “cam fanuslarla su altında korunması” gibi düşüncelerden sonra, bir kaya parçasının düşmesi bahane edilerek, Hasankeyf’te yaşayan ve orayı ziyaret eden insanların can güvenliği gerekçe gösterilerek antik kente giriş yasaklanmıştı.
Ve maalesef, tarihimizin görkemli bir parçası olan Hasankeyf bu süreçte sular altına gömüldü. 30 yıllık ömrü olan bir baraj uğruna.
Aslında, yok edilen, kültürümüzdür, doğamızdır…
Aynı şekilde, Allianoi antik kenti de, yine bir oldubittiyle yok edilmişti, Güzelim antik kent, betonla kapatıldı; yine baraj suları altında bırakıldı.
Böylelikle insanlığın ortak anıları kayboldu, önemli bilgiler yok oldu.
Hatay il temsilciliğini yaptığım TYS, o yıllarda, “Anadolu kültürü, toprağın altındakiyle de üstündekiyle de bizimdir! Allianoi sular altında kalmasın!” başlıklı çok görkemli bir etkinlik düzenlemişti.
TYS Genel Başkanı Rahmetli Enver Ercan toplantıda yaptığı konuşmada, “Allianoi’nin sular altında kalmaması için hep birlikte bir mücadele anlayışıyla hareket ediyoruz. Zaten bizler TYS olarak sadece yazarların sorunlarıyla değil, hepimizi ilgilendiren sorunlarla da ilgili olduğumuza inanıyoruz. Bu akşam buraya şair arkadaşlarımızla geldik ve arkadaşlarımız şiirlerini Allianoi’nin sular altında kalmaması için okuyacaklar” dedi. Ben de Hasan Hüseyin’in bir şiirini seslendirmiştim.
2010 yılıydı. Bir toplantı nedeniyle Şam’daydım. Bize rehberlik eden arkadaşa, “Bizi hep aynı mekânlara götürüyorsunuz. Şam’da görülecek başka yerler yok mu? diye sormuştum.
Rehber, bizi Şam’ın göbeğinde iki katlı bir kıraathaneye götürdü. İkinci kata çıktık. Kadın-erkek her yaştan insanlar vardı. Çay-kahve içiliyor, sohbet ediliyor, kitap okunuyor.
“Şimdi bizi buraya niye getirdiniz?” diye soracaksın, anlatayım:
“Bu kıraathane, Antakya asıllı düşünür Zeki Arsuzi ile özdeşleşmiş. Üstad, her gün sabah kahvesini burada içer ve işine öyle giderdi. Geçtiğimiz günlerde, sahibi, burayı yıkıp yerine büyük bir iş merkezi inşa etmeyi düşündü. Her kesimden öyle tepkiler geldi ki, geri adım atmak zorunda kaldılar. “Burası Zeki Arsuzi adıyla yaşayacak!” dendi.
28 Temmuzda başlayan, 14 Ağustos 2021 itibariyle Akdeniz ve Ege Bölgesi’ni saran 286 orman yangını, iki hafta sürdü. Can kayıpları yaşandı. Bu konuda Cumhuriyet’in Ege Bölge Temsilcisi Tuncay Mollaveisoğlu, iki yıldır Türk Hava Kurumu’nun elindeki yangın söndürme uçaklarını Orman Bakanı Pakdemirli’nin nasıl devre dışı bıraktığını belgelere dayanarak, bıkmadan/ usanmadan yazdı.
15 gün, Antalya ve Muğla’da süren olağandışı orman yangınlarıyla en az 100 bin hektarlık orman varlığının kaybedildiği söylendi.
Yangınlar yetmiyormuş gibi bir de Batı Karadeniz’deki seller Türkiye’ye onulmaz yaralar açtı. Daraltılmış dere yatakları üzerindeki betonarme yüksek yapılaşma nedeniyle çok sayıda can kayıpları yaşandı. Yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Tanrıdan rahmet diliyor, kayıpların sağlıklı bir şekilde ailelerine kavuşmalarını diliyorum.
Yine yanlış HES politikası ve dere yataklarına yapılan binalar, depolanmasına izin verilen tomruklar, sel felaketinde facianın daha da büyümesine neden oldu. Köpürerek akan sel suları her şeyi silip süpürdü.
2011 yılında Hopalı öğretmen Metin Lokumcu “Derelerin kaldırabileceğinden fazla HES yapıyorsunuz” dediğinde dinlememişler, aksine böyle konuştuğu için darbelere maruz kalarak yaşamını yitirmişti. Yargı süreci devam ediyor.
Metin Lokumcu haklı çıktı. O güzel öğretmeni, o güzel meslektaşımı saygıyla selamlıyorum.
Dilerim, ulusça bu tür acıları bir daha yaşamayız.
Tarihi ve kültürel varlıklarımız gelecek kuşaklara ulaştırılmalıdır.
YORUMLAR