Konuya kaldığım yerden devam ediyorum.
7. Peki, ana dilleri Arapça olmayan Osmanlı idaresi ve diğer toplumlardaki dinin durumuna Atatürk’ün bakışı aynı mıydı?
Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getiren önemli unsurlardan birinin de İmparatorluğun son zamanlarında Arap toplumu gibi, İslamiyet’ten uzak düşmüş olduğunu düşünüyordu.
Bu nedenle de İslâm dışı hurafeler ve batıl inançlar şeklinde biçimlenmiş bir din inancının, milletimizi ileri götürmesinin mümkün olamayacağına inanıyordu.
Atatürk, Anadolu insanının gerek genel eğitim ve gerekse Kur’an bilgisi yönünden, cahil bırakılmış olmasına rağmen, tertemiz, art niyetsiz saf birer dindar ve içten Allah’a iman eden bir toplum olduğunu, özellikle Çanakkale savaşı sırasında anlamıştı.
Kurtuluş savaşına da bu içten imanlılığın gerçek güç olduğuna ve silah ile sayı gücünü yeneceğine inanmış olarak başlamayı göze almıştır.
8. Kur’an’a iman eden bütün toplumların geri kalmışlığına karşı Atatürk ne düşünüyordu? Ve çözüm önerileri, girişimleri oldu mu?
Bu yönde Atatürk’e göre, Kur’an’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’e iman eden toplumların geri kalmışlığının bu seyrini durdurmanın tek yolu, İslam dininin Kur’an’daki gerçeklerinin doğru ve açık bir şekilde anlatılmasından geçmektedir.
Atatürk, Müslümanlığın gerçeklerine ve gerçek din bilginlerine değil, yobazlığa, hurafelere, taassuba, dinin siyasete alet edilmesine ve çeşitli maksatlarla istismar edilmesine ve bu gibi Müslümanlığa zararlı faaliyetler içinde bulunan sahte din adamlarına karşı olmuştur.
Kur’an’daki gerçek İslam’a vakıf olan Atatürk, halkın dindeki doğruları Kur’an’dan öğrenmesi için Kur’an’ın Türkçe tercümesini yapma görevini TBMM’nin 1925 bütçe görüşmeleri sırasında Mehmet Akif Ersoy’a, Tefsir’i Elmalılı Hamdi’ye, Hadislerin tercümesini de Kâmil Miras’a verdirmiştir.
Çünkü M. Akif, Kur’an’daki gerçek İslâm görüşündeydi ve şiirinde şunu söylüyordu
“Nebi’ye atf ile binlerce herze uydurdun /Yıktın da din-i mübin-i yeni bir din kurdun”.
Tercümeye başlayan M. Akif Ersoy, Kahire’ye Elçiliğe atanınca, Mısır Kralı olan Fuad’ın düşüncesini yürütmek konumundaki El Ezher Üniversitesi’nin Rektörü ile buluşup bu görevi anlattığında;
“Zinhar, Kur’an sadece Arapça olmalıdır” direnci ile karşılaşınca tercüme işleminden vazgeçmiş ve bu nedenle de Atatürk ile arası açılmıştır.
Ne gariptir ki, 2 yıl sonra aynı Rektör, Kral Fuad’ın yerine geçen oğlu Kral Faruk’un farklı görüşü paralelinde fikir değiştirmiş ve Kur’an’ın başka toplumların anlaması amacıyla, o toplumun ana diline çevrilmesi konusunda fetva vermiştir.
Ersoy’un vazgeçmesi üzerine, Kur’an’ın tercüme edilmesinde de Elmalı’lı Hamdi Yazır görevlendirilmiş ve Atatürk’ün bizzat kendi maaşından 10 Bin lira vermesi ile 1935 yılında tamamlanan Türkçe Kur’an ve Tefsirler, bütün Müftülüklere dağıtılmıştır.
Kâmil Miras’ın hadisleri tercümesi ise 1928 yılında tamamlanmıştır.
9. Atatürk’ün dinin ve Kur’an’ın siyasete alet edilmesi konusunda yaklaşımı oldu mu?
Atatürk, toplumun ilerlemesi için, dinin siyasete alet edilmemesi gerektiğini şu sözleri ile açıklamıştır;
“İslâm dinini, asırlardan beri sürdürülen alışılagelmiş bir siyaset vasıtası olmaktan uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini görüyoruz. Mukaddes ve ilâhî inançlarımızı ve vicdanî değerlerimizi, karanlık ve kararsız her türlü menfaat ve ihtiraslara görüntü sahnesi olan siyasetten ve siyasetin bütün bölümlerinden, bir an evvel ve kesin bir biçimde kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevi saadetinin emrettiği bir mecburiyettir. Ancak bu suretle İslâm dininin yüceliği belli olur”.
Atatürk, vefat ettiği son Ramazan da dahil, her Ramazan ayında Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde Kurtuluş Savaşı şehitleri için Hatim indirtirdi.
Yaşamının son Ramazan ayında ve vefatından önceki 25 Ekim 1938 günü yapmış olduğu şu son açıklama, Atatürk’ün dindarlığının açık bir göstergesi olmuştur
“Kur’an’da bildirilen ve din denen ana kurallara göre örnek bir hayat yaşayan Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’i, bütün Müslümanlar örnek almalı ve İslâm’ın hükümlerine uymalıdırlar. İnsanlık ancak bu şekilde kurtulup kalkınabilir”.
10. Atatürk’ün alkol kullanması şekli de Kur’an temelli mi sizce?
Kesinlikle Kur’an temellidir ve uyduğu ayet Bakara-219 olmuştur.
Bakara-219. Ey Peygamber! Yine insanlar, Sana aklı-bilinci-muhakemeyi bulandırıcılardan (alkol gibi bilinci bulandırıcı maddeden- Uyuşturucu hariç) ve kumardan da sorarlar. De ki; “O ikisi insanlar için büyük ism’lerdendirler /başka bir günah işleme riskleri olan haramlardandırlar, fakat azında da faydaları bulunmaktadır! Ancak ism özellikleri /olumsuzlukları, faydalarından daha fazladır”……….
Bu ayete göre sarhoş olacak kadar içmek ve alkolik oluş yasaktır ve Atatürk tüm yaşamı boyunca ayarınca içmiş, sarhoş olduğu görülmemiş ve bu yasağa uymuştur, çiğnememiştir.
11. Atatürk’ün ilahi sistem gözündeki konumu sizce ne olabilir dersiniz?
Vakıa suresinin 90-91’nci ayetlerinde, başarılı Ruh’ların, Dünya malı olup, Dünya’da kalacak olan vücutlarını terk etmeleri dediğimiz ölüm anında, ölüm işlemi ile görevli Melek’ler tarafından “Sana selâm olsun” ifadesi ile karşılanacakları belirtilmiştir.
Vakıa-90. Eğer o can çekişen, yine neşe içinde ve kutlanarak karşılanan ve mahşerin sağ tarafına alınacaklardan ise, 91. Sağ taraf ehlinden olması nedeniyle ona da, “selâmün leke /sana selam olsun” denecektir.
Hulusi Turgut’un “Kılıç Ali’nin Anıları” kitabının 659 ncu sayfasında şu açıklama yer almakta ve Atatürk’ün sağ ehlinden olduğu anlaşılmaktadır:
“Atatürk’ün doktoru olan Prof. Dr. Neşet Ömer, Atatürk ağırlaşınca telaşa kapılır ve hemen koşup “Dilinizi çıkarın efendim” diye seslenince, Atatürk gülerek “Ve Aleykümselam” diye seslenir ve sakince gözlerini kapatıp ruhunu teslim eder.”
Atatürk’ün, hiçbir maddi beklentisi olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurma aşamalarında olan çabalarının temel hedefi, Allah’ın rızası ve insanlara olan sevgisidir. Atatürk’ün Ramazan ayında vefat etmesi de, Allah’ın rızası yönünden anlamlı olsa gerek.
12. Atatürk, gerçekleştirdiği devrimsel yenilikleri belirlerken sizce Kur’an’dan faydalanmış mıdır?
Her bir peygamber, din denilen muhkem /değişken ana kuralları eksiksiz ve canlı uygulayıcı olarak uygulayan, aynı zamanda öğreten birer başöğretmendir.
Yine her peygamber, zamanının bir devrimcisi, tebliğ ettiği yeni din kuralları da birer devrim oluşturmuşlardır.
Çünkü her yeni gelen peygamber, hem din kuralı diye eklenmiş geleneksel uygulamaları iptal etmiş, hem de önceki peygamber tarafından gönderilen ve zaman ve zemine göre artık geçerliliklerini yitirmiş kurallar varsa onları iptal etmiş, yani nesh etmiştir.
Böylece her yeni peygamber muhafazakâr değil, yenilikçi, doğrulayıcı ve düzeltici, yani bir devrimci olmuştur.
Hz. Muhammed’in bir Peygamber ve Başöğretmen olarak gerçekleştirmiş olduğu yenilikler /devrimler konusunda bilgisi olan Atatürk de, bu temelde yenilikleri /devrimleri gerçekleştirmiştir.
Sonuç olarak; Gazi Mustafa Kemal Atatürk, saf, temiz ve sade bir din anlayışına sahiptir. İslâm dinine sonradan girmiş olan her türlü safsata, İsrailiyyat ve hurafelere, boş inançlara karşı durmuş ve rasyonel, yani akılcı bir din anlayışını benimsemiştir. Bizler de eğer “yolundayız” diyorsak, bu yönde çaba göstermeliyiz.
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “KUR’AN’IN KULU KÖLESİ MEVLANA”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE ANLAŞMAMIZ VAR”, “ÖZDE DİNDAR, SÖZDE DİNDAR” VE “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ”
YORUMLAR