Çok şey bozuldu bu şehre dair… Çok şey eksildi, kayboldu… Dar sokakların Antakya’sında çimentonun çokluğunda, azalan taş oldu, ahşap oldu. Ama anlatılan hikâyeler bitmedi, biriktikçe birikti.
Burası, Antakya’nın doğu yakasında ayakta kalamamış bir ‘dün’ evi. Bugün’ün sahip çıkmadığı bedeninde açılan yaralara rağmen nefes alıp vermeye çalışıyor. Terk edilen taş avlusu da, yarı yıkık odaları da çöplerle dolu. Asıl sahiplerinin uzaklığında, yeni sahipleri var anlaşılan. Yiyen, içen, belki de bir köşesinde sinen bedenler var.
-Kurumsal ilgi mi?-
Sahipsizliğinin faturasına ekli bu tablo ondan daha ne kadar eksiltir bilinmez ama, çalışıp çalışmadığı belli olmayan hidrantların varlığında yarına çıkmaya çalışıyor. Çalışırken de, Valilik ve yerel idarelerin bünyesindeki kültür birimlerinin ilgisini bekliyor. Çünkü her geçen gün biraz daha yıkılan bu tarihi binalar, yetkilere, ‘bizi kurtarın’ diye haykırıyor. Herkesin gözü önünde gerçekleşen yıkımlarına ‘dur’ denilmesini istiyor.
-Elden ne gelir?-
Bir zamanların görkemli taş ve ahşap evlerinin hali, en çok da bu çaresizliğin hemen yanı başında olanları üzüyor. Elde fotoğraf makineleri ile bu evler arasında ilerleyen, yerli ve yabancı turistleri de… Denilen mi? Ne İstanbul’da ne de Antakya’da değişmiyor! Şehirden eksilirken yaşamlardan da eksilten bu kayıplar için söylenenler, değişmiyor! “Bir zamanlar, bu evler, mahallemizin en güzel evleriydi. İçerisinde insanlar oturuyordu. Evler boşalınca yıkılmaya başladı. Geçen süre içerisinde hiç kimse bu evlere sahip çıkmadı. Buralar sahipsiz kaldı. Yazık oluyor. Herkesin gözü önünde bu evler yıkılıyor. Kimse bir önlem almıyor.” Peki, önlem alması gerekenler nerede? Taş duvarlara ekli pencerelerden içeriye bakınca sizi karşılayan bu hüzünlü tablo için ayağa kalkması gereken kurumlar nerede? Tamer Yazar