Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Neval Oğan Balkız

ERZİNCAN, EKOLOJİK YIKIM, TEHLİKELER ve HATAY

Kızılderili Atasözü şöyle der: “Bütün ağaçlar kesildiğinde, bütün hayvanlar öldüğünde, bütün sular kirlendiğinde, hava solunamaz hale geldiğinde, paranın yenilebilir bir şey olmadığını anlayacaksınız!”

Toprağı, suyu, havayı öldürürken ve insanları,  zehirli, kirli, sağlıksız yaşam alanlarında yavaş yavaş ölüme mahkum ederken  “yalnızca kâr ve daha çok kâr” hırsıyla, kendi türüne en büyük acımasızlığı yaşatanlar, neyi, ne zaman, nasıl  “anlayacaklar?”

6/20 Şubat depremlerinin yıl dönümüne denk gelen bir süreçte özellikle biz depremzedeler; depremde yaşadığımız acıların, deprem sonrası içinde bulunduğumuz koşulların, depremin ve sonrasındaki süreçte gerçekleşen yıkım, moloz taşıma ve depolama işlemlerindeki hukuksuzluk, tedbirsizlik ve keyfiliğin de katlanılamaz hale getirdiği ekolojik felaketin ağırlığının yarattığı haklı öfkenin yoğunluğu yanında, yaygın ve sürekli hale gelen doğa ve insan kaynaklı afetlerin, Erzincan İliç’teki örnekte olduğu gibi  “göz göre göre beklenen” tehlikenin gerçekleşmiş  olmasının acısını ve kaygısını da yaşıyoruz.

 Doğa Talanına Dayalı Politika

AKP iktidarı boyunca, neoliberal politikaları en acımasız şekilde yerelleştirmek ve yerleştirmek için çalıştı. Kendi ekonomipolitik yapısı ve amacı olarak, sermaye ve iktidarlarının çıkarları için, daha çok kar için, vahşi piyasa koşulları ve enerji politikaları ile, insanların doğal yaşam alanlarını ellerinden aldı, dağları, ormanları, zeytinlikleri denizleri, nehirleri, tarım arazilerini yağmaya açtı, talan  etti. Maden, Turizm Teşvik ve Orman kanunlarında  yapılan değişiklikler tarım ve orman alanlarının bütünlüğünü bozdu,  ormanların, koruma alanlarının, tarım arazilerinin birçok amaç için tahsisini kolaylaştırdı ve buraları  inşaata açtı.

2002 yılında iktidara geldiğinde 26 milyon 350 bin hektar olan tarım alanı, 2023 yılı itibariyle 23 milyon 137 bin hektara kadar geriledi. AKP iktidarı sürecinde, 2 milyon 573 bin futbol sahasına denk gelen yaklaşık 28 milyon dekar tarım arazisini  imar ve inşaata açmış oldu.

Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) Yük Tevzi Bilgi Sistemi Dairesi Başkanlığı  verilerine göre; Türkiye’de, 756 adedi hidroelektrik, 16’sı ithal kömür, 46’sı linyit,  4’ü  taş kömürü ve  63’ü  jeotermal santral bulunuyor.

 Bunların kurulması için bir gecede 6 bin zeytin ağacının kesildiği Soma Yırca’da olduğu gibi,  Amasra’da, Bartın’da, Zonguldak Çatalaağzında, Karadeniz Ereğili’de, Samsun Terme’de, Sinop Gerze’de, Ordu Ünye’de, Karaman Akçaşehir’de, Çanakkale Karabiga’da termik santrallerin yapılması  planlanıyor.  Mersin Akkuyu’da insan yaşamını yok edecek nükleer santral inşaatı, çok bilinmeyenli tehlikeleri de içerecek şekilde  devam ediyor!

Türkiye’nin ormanları, tarım arazileri, meraları maden  projeleriyle talan ediliyor. Manisa Turgutlu Çaldağı’nda ( iki milyon ağacın kesilmesine yol açacak) nikel madeni, Kaz Dağları,  Bergama, Havran, Eşme, İzmir Efem Çukuru vb. yerlerde yaşanan doğa yıkımı, giderek ülkenin her yanına sistematik şekilde yayılıyor!

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın verilerine göre, sadece 2024  yılının ilk yirmi günü içerisinde 537 farklı proje için ÇED (çevresel etki değerlendirmesi) süreci başlatıldı. Bu projelerin 190’ı yeni maden sahaları için yapılan başvurulardan oluştu. Doğal alanları tehdit eden 89 proje için onay verildi. 11 ildeki (Bingöl, Bursa, Elazığ, Eskişehir, Kastamonu, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Muğla, Sinop, Tokat ve Zonguldak bu iller içerisinde) 6 milyon 74 bin 411 metrekarelik alan “orman” olmaktan çıktı. 212 yeni maden sahası ihale edileceği açıklandı.

Erzincan İkinci Depremi İliç’de  Yaşıyor!

1939’da Erzincan’da yaşanan büyük depremin ardından,  onulmaz acıları “Kara Haber” adlı şiirinde  ağıda dönüştüren Nazım Hikmet:

“Erzincan’da bir kuş var

kanadında gümüş yok.

Gitti yârim gelmedi

gayrı bunda bir iş yok.

Oy, dağlar, dağlar, dağlar…

Aldı ellerine kanlı başını

karın ortasında Erzincan ağlar…

O ağlamasın da kimler ağlasın…” diye yazmıştı.

Erzincan ve tüm ülke, bugün de ağlıyor! Anagold Şirketinin işlettiği  Yukarı Fırat Su Havzası ve birinci derece fay hattı üzerinde bulununan Çöpler Kompleks Madeni için 2001’de sondaj çalışmalarına başlanmış ve ilk ÇED çalışmaları 2007-2008 tarihlerinde yürütülmüş ve hazırlanan ÇED raporuna, 16 Nisan 2008 tarihinde “ÇED Olumlu” kararı verilmişti. Maden için 2008’de verilen ÇED Raporu kapsamında 18 yıl sürdürülmesi planlanan faaliyetlerde 100 milyon ton kaya (pasa) ve 52 milyon ton cevher çıkarılacağı belirtiliyordu. 2010’da siyanürle altın üretimine geçildi. Ancak rakamlar zaman içerisinde arttı. 2014’teki ÇED raporunda pasa 173 milyon tona çıkarıldı. 2019’da sodyum siyanür 11 bin tona, sülfürik asit üretimi 122 bin tona çıkarıldı. 2021’de ise rakamlar dört kata kadar arttı; pasa 420 milyon tona, cevher 85,3 milyon tona çıkarıldı Aynı yıl içinde yayınlanan raporda ise 18 adet tehlikeli maddeye yer verildi. Bunlar arasında solunum yollarına, sudaki organizmalara, ciddi yanıklara, aşındırıcı etkilere, cilt ve gözde aşırı tahrişlere neden olan sodyum siyanürnitrik asitbakır sülfatsodyum hidrosülfit gibi insan sağlığı ve doğa için son derece zararlı maddeler yer almaktaydı. Mayıs 2022’nin ardından aynı madende 21 Haziran 2022’de siyanür solüsyonlu borunun kırılması sonucu siyanür sızıntısı meydana gelmişti.

Şimdi de maden alanında siyanürlü ayrıştırma işleminden geçmiş  tonlarca toprak, bütün bir bölgeyi tehlikeye sokacak şekilde, kaydı. Dokuz işçi toprak altında. Şimdi de aynı şirketin, benzer  tehlike ve yıkımın, Artvin Hod Maden alanında da yaşanmasına yol açacak faaliyetleri için  girişimlerde bulunduğu, kamuoyunda konuşuluyor. Dolayısıyla, bugün yaşanan bu büyük tehlike, göz göre göre gerçekleşti! Sorumluları da ortada. O imzaları atanlar, o izinleri verenler, şimdi hala siyasetin  ön yüzleri olarak, yerlerinde oturuyorlar. Kimileri de belediye başkan adayı oldular.

Tehlike Her Yerde

2000 yılında Romanya’da yaşanan Baia Mare Felaketi’nin ardından bazı Avrupa ülkelerinde siyanürle altın ayrıştırmak yasaklanmış olmasına rağmen, Türkiye’de süreç, en vahşi haliyle sürüyor.

Ovacık Altın Madeni – İzmir/Bergama – Koza Altın – 2001

Sart Altın Madeni – Manisa/Sart – Pomza – 2002

Kışladağ Altın Madeni – Uşak/Eşme- El Dorado Gold/TÜBRAG Madencilik – Kanada- 2006

Mastra Altın Madeni – Gümüşhane – Koza Altın – 2009

Çukuralan Altın Madeni – İzmir – Koza Altın – 2009

Çöpler Altın Madeni – Erzincan/İliç – Anagold – 2010

Efem Çukuru Altın Madeni – İzmir – El Dorado Gold/TÜBRAG-Kanada – 2011

Kaymaz Altın Madeni – Eskişehir- Koza Altın – 2011

Bolkardağ Altın Madeni – Niğde – Gümüştaş Madencilik- 2012

Midi Altın Madeni- Gümüşhane – Yıldızbakır – 2012

Himmetdere Altın Madeni – Kayseri – Koza Altın – 2012

Fatsa Altın Madeni- Ordu – Altıtepe Madencilik – Bahar/Stratex-Oriole/Cominco – 2015

Bakırtepe Altın İşletmesi – Sivas – Koç/Demir Export – 2015

Kaş Altın Madeni – Kayseri – Koç/Demir Export – 2016

İnlice Altın Madeni – Konya – Eczacıbaşı/Esan – 2016

Kızıltepe Altın Madeni – Balıkesir – Zenit Altın – El Dorado Gold – 2017

Lapseki Altın Madeni – Çanakkale – Norol/Tümad Madencilik – 2019

İvrindi Altın Madeni – Balıkesir – Norol/Tümad Madencilik – 2019

Öksüt Altın Madeni – Kayseri/Öksür – Öksüt Madencilik/Centerra – 2020

( İbrahim Gündüz-2022)

Bu maden alanlarında, siyanür ve  diğer kimyasallar ile ayrıştırma yapılmaya devam ediliyor. Bu yöntemin yasaklanmasını, ilgili şirketlerin ve sahaların kapatılmasını sağlamak, Türkiye’ de, tüm kamuoyunun, sivil kitle örgütlerinin, üniversitelerin ve siyasetin  en öncelikli hedeflerden biri olmalıdır.

Antakya /HATAY  İçin Büyük Tehlike

 

Depremde en büyük yıkımı yaşamış Hatay’ ( özellikle, Antakya, Samandağ, Arsuz İskenderun, Kırıkhan ) 255 bin binanın yıkılmış olduğu,  enkazın hala en az %25’nin kaldırılmayı beklediği,  büyük bir halk kesiminin halen  beş bin çadırda ve k iki yüze yakın konteyner kentte , bir çok insanın hasarlı evlerde yaşam kurmaya çalıştığı koşullarda; sağlıklı  barınma ve depreme karşı güvenli konut sorununun giderek büyüdüğü, insanların güvenli gıdaya erişim olanağının, temiz su ve hijyen olanaklarının çok sınırlı olduğu, şebeke sularının kullanıma elverişli olmadığı (bakteri ve basil nedeniyle) ve analizlerinin de yayınlanmadığı,   şehrin bütünüyle bir enkaz, toz ve moloz yığınına dönüştüğü, molozlar ve asbestin  halk sağlığı açısından  yaygın hastalıklarla, nefes darlığı, kanser vb.  büyük bir risk oluşturduğu, ekolojik yıkım yarattığı, sağlık hakkına erişimin çok sınırlı olduğu, alt yapısı oluşturulmuş hastanelerin bulunmadığı, ulaşımın ve eğitimin  zor koşullar içinde sürdürülmeye çalışıldığı, yaşam güvenliği, bireysel ve toplumsal güvenlik sorununun, hırsızlık olaylarının  yaygın hale geldiği, insanların kendi acılarını sağaltma , yas tutma olanaklarının bile olmadığı ortamda; tarım alanları, orman arazileri, zeytinlikler hukuka aykırı şekilde imara açılmakta, acele kamulaştırma kararları ile yer tespitlerinin neye göre ve hangi gerekçelerle yapıldığı da  kuşkulu bir şekilde, hukukun genel ilklerine, mevzuata ve mülkiyet haklarına aykırı olarak, Dikmece örneğinde olduğu gibi,  afeti yaşayan köylünün elinden alınmaya çalışılmakta, halkın açmış olduğu davalarda alınmış yürütme durdurma kararları da uygulanmamakta, mağduriyet çeşitlenerek, kalıcı hale getirilmekte. Bu süreçte  sistematik ağaç kesimleri yapıldı, şehrin her bölgesini, dere yatakları , tarım alanları, evlerin bahçeleri  dahil, moloz döküm alanı haline getiril, yerinde ayrıştırma uygulaması yapıldı,  kanun ve yönetmeliklere aykırı ayrıştırma, ayıklama,  taşıma ve depolama gerçekleştirildi, Halkın sağlığını sürekli tehdit edecek şekilde,   asbest, silika, civa vb. maddelere sürekli maruz olacağı , bu zehirli, kanserojen maddelerin hava, toprak ve suya karışacağı, gıda ürünleri ile de insan sağlığını kuşaklar boyu tehdit edeceği bir boyut ve ortam yaratıldı. Tehlikenin boyutu, Türkiye Acil Tıp Derneği Afet Grubu Sekreteri Doç. Dr. Sarper Yılmaz’ın raporundaki veriler ile  çarpıcı, vahim şekilde ortaya konulmuş durumda. Ancak bu ekolojik yıkım, bu çevresel afet yetmezmiş gibi , deprem sonrası süreçte Hatay’da Antakya, Defne, Arsuz, İskenderun’da ağırlıklı olmak üzere kırka yakın taş ve maden ocağı projeleri başlatılması kararı verildi, Bunlardan yaklaşık on ikisi için mahkemeler, ÇED gerekli değildir kararı vermiş bulunuyor. Bizler, Anayasal ilkelere, yasal düzenlemelere aykırı olarak  yaşam hakkımız,  maddi ve manevi kişiliğimizi geliştirme, sağlıklı bir çevrede yaşama haklarımız başta olmak üzere, “biyolojik, fizyolojik ve moral” boyutlarıyla insansal varlığımızı sürdürme olanaklarından yoksun bırakılıyoruz, kuşaklar arası aktarılacak hastalıklara maruz bırakılıyoruz!

Sağlıklı Bir Çevrede Yaşamak, Doğayı Korumak Eylemliliği Yaşamsaldır ve  Politiktir

Bu yıkımların yaşandığı her yerde  halk direniyor. Yaşamı için, havası, suyu, toprağı için! Hayatta kalmak ve hayatı  var etmek için direniyor. Bu direnmenin özünde sınıfsal bir politik mücadele olduğunun da bilincinde. Serdar Kızık’ın dediği gibi; “çünkü çevreyi kirletenlerin, onların hayatına, doğalarına, varlığına kastedenlerin sermaye ve onun iktidarları olduğunu biliyor. Bu bilinç hepimize sesleniyor. Varlığına sahip çık diyor! Kulak değil, el verme zamanı! Hayatı var etmek ve sürdürmek buna bağlı.

Hukukçu/Akademisyen

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER