Bugünlerde George Orwell’in “1984” adlı başyapıtını yeniden okuyorum. Okumuş olsanız bile mutlaka yeniden okumanızı öneriyorum. Niçin mi ? Bu son günlerde hep gerçeklere ters düşen keskin U dönüşü yapıyoruz ya… Bugün söylenenin tam tersini yarın söyleyip inanmamız bekleniyor ve aklımızla oynanıyor ya… İşte Orwell’in “çiftdüşün” kavramı olarak tanımladğı tam da bugünlerimizi anlatıyor.
“Çiftdüşün, insanın iki çelişik inancı zihninde aynı anda bulundurabilmesi ve ikisini de kabullenebilmesi anlamına gelir (…) İçtenlikle inanarak, bile bile yalan söylemek, artık uygun görülmeyen her tür gerçeği unutmak, sonra yeniden gerektiğinde de gerekli olduğu sürece yeniden anımsamak, nesnel gerçekliğin varlığını yadsımak ve bütün bunları yaparken yadsıdığın gerçekliği göz önünde bulundurmak… Bunların hepsi de olmazsa olmaz şeylerdir…”
Otoriter rejimler iktidarını sürdürmek için buna mecbur. Bahçeli bebek katilini Meclis’e davet ederken iktidarın DEM Partili dört belediyeye kayyum ataması bir çelişki gibi gözükebilir. Olay sadece iyi polis kötü polis şeklindeki rol dağılımı ile ilgili değil. Kayyum atamalarıyla DEM Parti’yi sıkıştırarak pazarlığa zorlamaya çalışıyorlar. Dış amaç terör sorununu çözmek gibi görünse de gerçek amaç Erdoğan’ı ölünceye kadar Cumhurbaşkanı yapmak.
Bahçeli ittifak ortağına “güvencedir, milletin sevdalısıdır, tecrübesiyle, birikimiyle bize göre tek seçenektir” övgüleri dize dize aba altından sopayı gösterdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aday olmak istiyorsan, duracağın hiza burası dedi:
“Diyorlar ki Sayın cumhurbaşkanımızı seçtirmek için yol arıyormuşuz… Eğer terör hayatımızdan sökülüp atılırsa, eğer enflasyon canavarına darbe indirilirse, Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarsa cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir? Ne yapacağız CHP’nin içinde 4 yıl kala aday mı arayacağız? Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki görevler arasında olmayacak mıdır?”
Aslında ilk günden bu çıkışın “Kürt meselesi” ile kesinlikle bir ilgisinin olmadığı son derece açıktı ama biz her şeye rağmen imkansız bir rüyaya yatırım yapmaya devam ettik. Oysa hiç öyle hayale kapılmaya filan gerek yok. Bilelim ki AK Parti iktidarı ve küçük ortağının, ‘çözüm’, ‘barış’ ve de özgürlük gibi iktidara somut fayda sağlamayacak işlere ayıracak zamanı da enerjisi de yok… Onlar açısından memleketin bir tek sorunu var, o da mevcut iktidarın tahkim edilerek 2028’de ya da erken yapılacak bir seçimle salimen gelecek döneme taşınabilmesi.
Hırsın sınırı yoktur. İslam, ahlaki değerleri aşan ihtiras biçimini reddeder. Ne yazık ki yeniden CB olma hırsı hiç bir kural tanımıyor. Terörü ihtirasları tatmin aracı yapmak onu büyütmekten başka işe yaramaz. Sn. Erdoğan bu ülkede bir faninin olabileceği her şey oldu ama bir türlü tatmin olmadı. Son olaylar, en büyük sorunlarımızdan birinin bu olduğunu gösteriyor. Gerçek bir dindar, durması gereken yerde durmasını bilmelidir. Ama siyasette dindarlık yok, din istismarı var onun için kimse yakaladığı koltuğu bırakmıyor yapışıp kalıyor. Bu doyumsuz hırs siyasette hâkim oldukça iki yakamız bir araya gelmez, nitekim gelmiyor da.
Eski Meclis Başkanlarından olan Hüsamettin Cindoruk, bir TV kanalında yaptığı konuşmada “ben 70 yıllık politika hayatımda bu güne kadar ‘akıllı bir iktidara’ rastlamadım” demişti. İzlerken merak ettim arkadını nasıl getirecek diye. Çünkü dedi, iktidarlar yanıldıklarını hiç bir zaman düşünmezler. Yanlış yaptıklarını hiç bir zaman kabul etmezler. İş başından gitmeyi ise bilmezler. İktidara yapışıp kalırlar. Her zaman iyi yolda olduklarını söylerler, yanlış yapsalar da doğru yaptıklarını deyip yola devem ederler.”
Ne kadar doğru. Siz hiç bu güne kadar iktidarın ben şu konuda yanıldım, şunu yanlış yaptım dediğine şahit oldunuz mu? Hele hele yanlış yaptım diyerek toplumdan özür dilediğini güven tazelediğini gördünüz mü? Ben görmedim. Yoksa bu tavır güç zehirlenmesine uğrayan iktidarın özünde mi var?
Devlet yönetiminde de hatalar yapılabilir tabii. Yöneticiler de insan sonuçta. İnsan beşer bazen şaşar. Ancak unutmamak gerekir ki yöneticileri hatalı kararlar almaktan koruyan sigortalar vardır. Eğer devletteki kurumsal birikimi ve tecrübeyi dikkate alırsanız, istişare kültürünü çalıştırırsanız, kadrolarınızı ehliyet ve liyakati gözeterek oluşturursanız bu sigortalar devreye girer ve birçok yanlış engellenebilir.
Ama bunun tam aksi yönde bir anlayışla devleti yönetmeye kalkışırsanız, yönetimi kişiselleştirip kurumları etkisizleştirirseniz, “ortak akıl”ı terk ederseniz, devlet kadrolarında liyakat ve ehliyet yerine sadakat ve itaat ararsanız her alanda “kötü yönetim”in sonuçları birer birer karşınıza çıkar. Bugün ülkemizde olan şey budur. Eğitimde, sağlıkta, tarımda, ekonomide ve aklınıza gelebilecek her alanda yanlış bir yönetim tarzının doğal sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Koskoca, dibi görünmeyen bir tutarsızlık çukurunun içine düşmüş gibiyiz.
Debelenip duruyoruz.
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Antakya, Pazartesi 11 Kasım 2024
YORUMLAR