Suriye’de, cihatçı, selefi çok sayıda farklı grubun oluşturduğu, fiilen ve teknik olarak halen ülkelerin ve Birleşmiş Milletlerin terör listesinde yer alan HTŞ terör örgütünden “özgürlük savaşçıları”; işgal ve işledikleri insanlık suçlarından “demokratik halk devrimi”; yöneticisinden “devrim komutanı” çıkarmaya çalışmak, “demokrasi övgüsü” yapmak, bu yüzyılın en büyük trajedilerinden biri!
Bu siyasal algı propagandaları, yaşanan katliamları, farklı inanç ve mezhepsel aidiyet taşıyanlara, (özellikle Arap Alevilere) karşı süren öldürümleri, ev baskınlarını, yağmayı, kaybedilmeleri, kadınlara, kız çocuklarına yönelik fiziksel, cinsel şiddeti, eğitimin dinselleştirilmesini, kadınlara örtünme dayatmaların, ibadet yerlerinin yakılması ve din adamalarının öldürülmesi, insan hakları ihlallerinin artarak devam ediyor olması gerçeğini örtemez!
Winston Churchill’in : “Savaş zamanı hakikat o kadar kıymetlidir ki, yalanlardan bir duvarla korunur” saptaması, savaş tarihinin gerçeğini ortaya koyar!
Suriye’de, “hakikatın” önüne örülen bu algı duvarları, onu gözden ırak tutmaya, duvarlar ardında gizlemeye yetmiyor! Yetmemeli de!
Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Türkiye’den siyasilerin sürekli ziyaret ettiği, “politik bir figür” kılmaya çalıştıkları HTŞ Örgütünün başı Colani; siyasetin, siyaset biliminin, devlet teorisinin, felsefi, kurumsal, yapısal ve hukuksal olarak meşru bir aktörü , uluslararası ilişkiler kuramının bir uygulama aracı olabilir mi? Tarihsel ve güncel bağlamlar, insanlığın deneyim ve birikimleri, kısa erimli politik çıkarların inadına karşın, olmayacağı gerçeğini ortaya koyuyor!
Gidişat, tüm dünyanın gözü önünde, biz dahil, tüm bölge ülkelerine ve halklarına belirsizlik, istikrarsızlık getirecek, içinde sürekli çatışmaların olacağı, parçalanmış bir ülkede, etnik ve inanç gruplarının (Türkmenler, Arap Aleviler, Ermeniler, Suryani, Keldaniler, Kürtler, Dürziler, diğer Hıristiyan gruplar, seküler yaşam mensupları) büyük tehdit altında olduğu, hatta birbirine düşürüleceği, sistematik insanlık suçlarının yoğunlaşacağı bir dönemi gösteriyor.
Golan Tepeleri ve Hermon Dağı’ından dunyaya meydan okuması, bu gerçekliğin odak merkezini oluşturuyor!
Fetihçi, Mezhepçi Dış Politika
Türkiye’de, iktidar ve bileşenleri; yirmi üç yıllık süreçte yarattıkları ‘siyasal ve ekonomik yönetilemezlik’ koşullarında, toplumsal alanda geniş halk kesimlerinin yaşamını sürdürebilecek (barınma, beslenme, eğitim, sağlık, güvenli ve sürekli çalışma koşulları, ulaşım olanakları, kişi güvenliği vb.) koşullarının giderek olanaksız hale geldiği bir yapıda; kendi iktidarını sürdürecek, yeni siyasal alan açma ve bu alanda yeni hamleler kurma arayışında.
Toplum olarak, insani bilincimizin sinir uçları felç edilmiş şekilde, daralıp genişleyen bir tedirginlik çemberi içinde, “dur bakalım daha ne olacak” bilinmezliğinde, her gün “yeni bir gündem” ile karşı karşıya kalıyoruz!
Bu yoğun ve hızlı değişen gündem içinde halk olarak bizim, dağıtılmış algımızla, olayları ve olguları izleyemez, gerekli tavırları, haklı tepkileri geliştiremez, geleceği öngöremez, çaresiz durumda kalmamız amaçlanıyor!
İktidar sahipleri; daimi şekilde, sınırsız yetki ile donatılmış olarak iktidarda tutacak bir anayasa değişikliğini gerçekleştirecek, toplumsal tüm dinamikleri ve her türden muhalefeti bu amaçta eritecek, bu amaçta susturacak hamleleri, örneğin; yeni bir Kürt Açılımını- üstelik tüm toplum için sorunlara çözüm oluşturacak, siyasal, sosyoekonomik eşitsizlikleri giderecek, bir adalet demokrasi, özgürlük ve eşitlik programı, gerçek bir demokratik kurumsal yapılanma reformu önermeden, hatta bunu gündeme bile getirmeden- siyasetin merkezi haline getiriyor.
Dış siyasette izlediği fetihçi, mezhepçi siyasetin uygulama araçları olarak, kendisini Ortadoğu’da, emperyal egemelik savaşları içinde, “egemenlik alanı oluşturabilir unsur” görünümünde sahada tutacak girişimler olarak, eklektik bir yol sürdürüyor!
Katliamları, insan hakları ihlallerini derhal durdurun!
Suriye’de on üç yıl süren savaşın tüm etkileri, yaşamsal yıkıcılığıyla sürüyor; insanlar öldürülüyor, katliamlar, Homs, Humus, Halep, Şam, Lazkiye vd. gerçekleştikleri coğrafyanın adını tanımlayan bir isimden ibaret kalıyor. Oysa “hatırlamak, ses çıkarmak, tüm insanlık için etik bir edimdir.”
Hafıza da, olaylarla kuracağımız tek bağdır. Savaşın kendisine, yol açtığı kitlesel acılara karşı duyarlı olmak, bunlar üzerinde düşünmek, bunlardan ders çıkarmak ve bunları rasyonelleştirmeye yönelik çaba ve söylemleri irdeleyerek bunlara karşı, koşulların bilgisiyle davranış geliştirmek, kişisel ve toplumsal ahlaki iflastan kurulabilmenin tek yoludur.
Bu yolla ancak; soykırımları durdurma, savaş yasalarını ayaklar altına alıp çiğneyenleri adalet önüne çıkarma ve patlak vermesi muhtemel başka savaşlar için görüşmelere dayalı alternatiflerin denenmesi için baskı yaparak, bazı savaşları önleyebilme gücü gösterilebilir. Savaşın mantığına, sivil toplum üzerine dayatılan panik rejimine direnmek için öncelikle küresel sermayeye ve onun dünya düzenine direnmek gerektiği kavranabilir. Ve kalıcı bir barış koşullarına olanak yaratılabilir.
“Kitle imha silahı var” yalanına dayanılarak işgal edilen Irak’ta öldürülenler, eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın bu yalandan dolayı özür dilediğini duymadılar!
Suriye’de öldürülenler de, sonradan ortaya çıkacak gerçeklerden dolayı özür dileyenleri duymayacaklar. Ölüler, arkalarından dilenen özürleri duymazlar. Onları duyacak olanlar bizleriz, yaşayanlar!
Bizler, dünyada ve Türkiye’de; Suriye’de ve bölgede savaş koşullarında bulunanların çektikleri acılarla, uzaktan görüntüler şeklinde izleme ayrıcalığının dışına çıkmalıyız! Yaşananlarla, gerçekdışı bir bağ kurmaktan, (özellikle siyasal algı aygıtlarının yaratmakta olduğu Sünni/Alevi karşıtlığı üzerinden) mezhepsel, duygusal kışkırtmalara, taraftarlıklara kapılmaktan uzak durmalıyız! İdeolojik, inançsal, hatta mezhepsel aidiyetlerin sosyopsişik, sosyolojik, tarihsel örüntüleri ve taraftarlığı içinde ( örneğin, “onlar da Esad gibi Alevi” ) akılcılık, nesnellik ve gerçeklikten uzak, düşmanlaştırma amaçlı “kurgusal çıkarımlara” düşmemeliyiz. Bu tür söylem ve algılarla bağ kurma ve yakınlık duyumsama kolaycılığına karşı durmalıyız! Acılara yol açan gelişmelerde bir suç ortaklığımız bulunmadığı duygusuna teslim olmak yerine; bizim sahip olduğumuz ayrıcalıklarla, onların çektikleri acılar arasında bir ilişki bulunduğunu, bunların aynı haritada gerçekleşmekte olduğunu açıkça kavramalıyız!
Yeni savaşların, yeni katliamların, insanlık suçlarının işlenmemesi bu kavrayışı geliştirmemiz e bağlı! Çünkü insanı, insan yaşamını ve güvenliğini savunmak, “hakikati savunmakla başlar”. Akıl ve vicdana sahip çıkarak, “hakikate dikkat çekmek” katliamları durdurmak ve savaş üreten koşulları değiştirmek için alanlarda birlikte ses vermeli!
Türkiye’ de ve Suriye’ de: Alevileri ve farklı inanç mensubu kesimleri hedef gösteren provakasyonlar derhal durdurulsun!
Suriye’ de, HTŞ ve cihadçıların sistematik kötü muamele ve katliamlarını durdurun! Durdurmak için yeterli ve etkin önlemleri alınsın!
Devletler, uluslararası kurum ve kuruluşlar, özellikle de halklar ve insan hakları savunucuları etkin mekanizmalar oluşturmalı ve oluşturulmasını sağlamalı!
İnsanlık suçlarını işleyenler derhal yargılansın!…
Yoksa, emperyalizm, tüm bölgede herkese acılar yaşatmaya devam edecek!
*Hukukçu/Akademisyen
YORUMLAR